2025’in cool gurme destinasyonu: Bolonya

spot_img


Bazı şehirler vardır, onlara adım atar atmaz sizi bir romanın içine sürükler. Bolonya da işte böyle bir şehir. Emilia-Romagna’nın kalbinde, Etrüskler tarafından kurulan bu Ortaçağ kenti, bugün hala hem bir ticaret üssü hem de bir öğrenme mabedi olarak yaşıyor. Yaklaşık 500 bin kişilik nüfusu, dünyanın en eski üniversitesi (1088) ve hiç bitmeyen öğrenci enerjisiyle Bolonya, 2025 yazının ruhuna mükemmel bir eşlikçi. Burada hala öğrencilerin gitar çaldığı meydanlara, eski kitapların kokusunu yayan sahaflara, saklı kanalların gizemli manzaralarına rastlayabilirsiniz. Modern hayatın hızına inat, her köşede bir hikaye anlatan bu şehir, 2025 yazında “sakin ama entelektüel bir kaçış” arayanlara mükemmel bir seçenek. Floransa’nın ihtişamı, Venedik’in romantizmi ve Roma’nın kaosu arasında Bolonya, size başka bir şey sunuyor: bir şehirde yaşamayı, onunla dost olmayı ve iyi yemek yemeyi. Keşfettiğim gurme restaurantlar bir daha Bolonya’ya geri gelir miyim sorusunun en güzel cevabı oldu. Her şeyin kalbi olan Piazza Maggiore’den başlıyorum şehri keşfe. Maggiore’den yürürken, Piazza Santo Stefano’ya bağlayan Corte Isolani’ye uğruyorum. Ortaçağ’dan kalma üç ok hala tavanda asılı. Söylenenlere göre, yukarıdan bakan bir genç kız yüzünden nişanlarını şaşırmış üç haydutun okları… Çoğu gezginin bilmediği bir şey var: Bolonya’nın da kanalları var. Piella sokağındaki küçücük bir pencereden baktığınızda, küçük Venedik sizi resmen selamlıyor.

ASİNELLİ VE GARİSENDA KULELERİ

Kanallardan sonra rotamı göğe çeviriyorum. Şehrin en güzel simgelerinden biri rakip ailelerin göğe uzanan taş anıtları. Ama işin romantik tarafı şu, rivayete göre fakir bir genç, valinin kızına aşık olmuş. Evliliğe izin, ancak Bolonya’nın en yüksek kulesini inşa etmesi şartıyla verilmiş. O günden bugüne, kuleye çıkıp şehre baktığınızda sadece panoramayı değil, aşkın taşla yazılmış destanını da görüyorsunuz. Ve unutmayın, Asinelli’nin tepesindeki kırık vazo hala orada.

QUADRILATERO PAZARI

Dar sokaklarda tezgahlara dizilmiş peynirler, prosciuttolar, taze makarnalar… Havada karışan kokular, satıcıların birbirine seslenişi, ufak dükkanların önünde atıştıran Bolonyalılar. Burada alışveriş sadece ihtiyaç değil, şehrin nabzı. Küçük bir tabureye oturup, eline mortadella dilimi alıp baktığımda şöyle pazara Bolonya’nın neden bir gastronomi başkenti olduğunu kelimelerden önce hissetmeye başladım.


Archiginnasio di Bologna

AVLUDAN içeri girdiğinde taş merdivenler sizi fresklerle süslü duvarlara götürüyor. Burası Avrupa’nın en eski üniversitesinin kalbi; kütüphaneler, tıp tiyatrosu ve yüzlerce arma ile dolu salonlar… Anatomik Tiyatro’da ahşap oymaların arasında dolaşırken, bir zamanlar öğrencilerin insan bedenini anlamak için buraya toplandığını düşünüyorsun. Kitap kokusu, taşın serinliği ve sessizlik birleşince, burası sadece bir bina değil, aklın tapınağı dedirtiyor.


Basilica di San Petronio

PIAZZA Maggiore’nin tam ortasında yükselen bu katedral, ilk bakışta yarım kalmış gibi görünüyor. Alt kısmı mermerlerle kaplı, üst kısmı ise tuğla çıplaklığıyla göğe uzanıyor. Ama işte tam da bu yarım kalmışlık, insana “mükemmeliyetin her zaman tamamlanmak zorunda olmadığını” hatırlatıyor. İçeride ise devasa sütunların gölgesinde yürürken, zamanın ağırlığı omuzlarına değil, kalbine dokunuyor.


Biblioteca Salaborsa

PIAZZA Maggiore’nin hemen yanı başında, dışarıdan sıradan bir belediye binası gibi görünen yerin içinde büyüleyici bir dünya var. Yere bakınca kalın camların altında Roma dönemine ait kalıntılar uzanıyor. Yukarıda ise modern bir kütüphanenin sessizliği…


Santo Stefano Bazilikası

BIR kilise değil, yedi farklı üslubun yan yana dansı. Roma, Bizans, Lombard ve daha niceleri… Tek bir avluda, tek bir nefeste Avrupa tarihini dolaşıyorsunuz. Görkemli bir yer enerjisinden hemen etkileniyorsunuz.



Source link

spot_img

benzer haberler

spot_img