Uzun yıllar sonra Shakespeare’in Othello oyununu tekrar izleme fırsatı buldum. Sahnede yaşanan trajediyi seyrederken, aslında ilişkiler üzerine ne kadar derin tespitler sakladığını fark ettim. Oyun bitince kendime şu soruyu sordum: “Kıskançlık gerçekten aşkın bir kanıtı mı, yoksa onu sessizce içten içe tüketen bir zehir mi?” İlişkilerin en büyük sınavlarından biri kıskançlıktır. İlk bakışta, “sevginin kanıtı” gibi görünen bu duygu, aslında çoğu zaman aşkın en sinsi düşmanıdır. Shakespeare’in unutulmaz eseri Othello da bunu bütün çıplaklığıyla bize gösterir: Sevgiyle örülen bağ, kıskançlıkla çürür; güvenle inşa edilen köprü, kuruntularla yıkılır.
KALBİMİZİ KEMİREN BİR DUYGU
Kıskançlık, dışarıdan bir düşman değildir. İçeriden büyüyen, sessizce kalbimizi kemiren bir duygudur. Başlangıçta küçücük bir gölge gibi gelir: Telefon ekranındaki bir bildirim, sosyal medyadaki bir beğeni, biraz geciken bir mesaj… Zihnimiz bu küçük işaretleri büyütür, anlam yükler, senaryolar kurar. “Acaba kimi beğendi?”, “Neden bana hemen dönmedi?”, “Benden bir şey saklıyor mu?” Bu sorular, cevapsız kaldığında içimizde fırtınaya dönüşür. Shakespeare’in satırları aslında bize şunu söyler: “Kıskançlık kendi yarattığı hayalleri gerçek sanır.” İşte bu yüzden en tehlikeli yanı, olmayan gölgelerle kavga ettirmesidir.
YANINDA KALMAYI O SEÇSİN
Bir ilişkiyi ayakta tutan şey ne romantik jestlerdir ne de büyük sözler. İlişkiyi ayakta tutan şey, birbirine güvenmektir. Shakespeare’in Othello’su bize şunu hatırlatır: Eğer güveni kaybedersen, aşkı da kaybedersin. O yüzden güvenerek sev. Onu zorla yanında tutarak değil, özgür bırakıp yine yanında kalmayı seçmesini sağlayarak sev. Sevdiklerinize uçmaları için kanatlar verin; düşleri göklere değsin, yolları özgürlüğün ışığıyla aydınlansın. Geri dönebilmeleri için kökler verin; huzurla soluklanacakları bir yuvaları olsun. Ve yanınızda kalmaları için nedenler verin; zorunluluktan değil, kalplerinin çağrısıyla yeniden ve yeniden sizi seçsinler. Çünkü gerçek sevgi, zincirlerle değil, özgürlükle büyür; zorunlulukla değil, gönüllü bir dönüşle derinleşir.
SEVGİYİ ÖZGÜRLÜKLE BESLE
Gerçek sevgi, “Benim olmalısın” cümlesiyle değil, “Özgürce benim yanımda olmayı seçmelisin” cümlesiyle büyür. Kıskançlık sevgiliyi kafese kapatır; güven ise ona kanat verir. Birini sevmek, onun her anını kontrol etmek değil; onunla birlikte özgürce yürüyebilmektir. Bir kafesteki kuş, seni sevdiği için değil, çıkacak yolu bulamadığı için oradadır. Oysa özgür bırakılmış bir kuş, kanatlarının gücünü kullanıp uzaklara uçma şansı varken yine de senin avluna konmayı seçiyorsa, işte o gerçek sevgidir. İnsan ilişkileri de böyledir: Zorla tutulan bağlar zamanla gevşer, ama gönülden kurulan bağlar her sınavdan geçer.
Sevdiğin kişi senin yanında, kendi isteğiyle kaldığında, işte o zaman aşkın derinliği ortaya çıkar. Çünkü özgürlüğün içinden seçilmiş bir sevgi hem en güvenilir olanıdır hem de en değerlisi. Birlikte kalmak bir zorunluluk değil, her gün yeniden yapılan bir seçim olduğunda, işte o zaman aşk kök salar ve göğe uzanır.
ONU KAYBETMEKTEN KORKUYORUM
Birçok insan, “Onu kaybetmekten korkuyorum, o yüzden kıskanıyorum” der. Kulağa romantik gelir. Ama bu cümlenin içinde saklı olan şey, sevgi değil korkudur. Korkunun olduğu yerde ise gerçek aşk yaşayamaz.
Çünkü kıskançlık, sevdiğimizi korumak değil, aslında içimizdeki güvensizliği saklamak için kullandığımız bir maskedir.
Othello, karısının sadakatinden şüphe ederken aslında kendi yetersizlik duygusuyla savaşıyordu. İçindeki güvensizliği, Desdemona’ya yansıttı. Ve sonunda, sevdiğini değil, kendi korkusunu besledi.
KISKANÇLIĞIN ÜÇ TEMEL SEBEBİ
Çoğu zaman kıskançlık, partnerimizin davranışlarından değil, kendi iç dünyamızdaki yaralardan doğar. Psikoloji araştırmalarına göre kıskançlığın temelinde üç önemli köken vardır:
ÇOCUKLUK DENEYİMLERİ: Psikanalist John Bowlby’nin bağlanma kuramına göre, çocuklukta yaşanan güvensizlikler ve yetersiz bakım, yetişkinlikte kıskançlığa zemin hazırlar. Eğer çocuk kendisini güvende hissetmezse, ileriki ilişkilerinde de partnerini kaybetme korkusunu daha yoğun yaşar.
DEĞER GÖRME İHTİYACI: Psikolog Abraham Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisinde “ait olma ve sevgi ihtiyacı” temel bir basamaktır. Çocuklukta yeterince değer görmeyen bireyler, yetişkin ilişkilerinde bu eksikliği partnerinden tamamlamaya çalışır. Küçük bir ilgisizlik bile büyük bir tehdit gibi algılanır.
ÖZ-DEĞER ALGISI: Kıskançlığın en sık görülen nedenlerinden birinin de düşük benlik saygısıdır. Kendine inancı zayıf olan kişi, partnerinin ilgisini kaybedeceğine dair kuruntular üretmeye daha yatkındır. Bu yüzden kıskançlık, çoğu zaman partnerimizle değil, kendi öz değerimizle ilgilidir. Bu bakış açısıyla kıskançlık, aslında karşımızdakine değil, içimizde taşıdığımız geçmiş güvensizliklere ve yaralara aittir. Shakespeare’in Othello’su da bize bunu anlatır: Trajediyi yaratan Desdemona değil, Othello’nun kendi içindeki güvensizliktir.