Sizin için harika bir hikayem var. Ben dinleyince çok sevdim. Eminim siz de sevecek ve ardından derin düşüncelere dalacaksınız.
Hep tartışılır ya, “Ölümden sonra hayat var mı?” diye. Bu kez soru tersine çevriliyor: “Doğumdan sonra hayat var mı?” Tartışanlar ise aynı rahmi paylaşan ikiz bebekler…
Birinci Bebek: Doğumdan sonraki hayata inanıyor musun?
İkinci Bebek: Tabii ki, teslimattan sonra bir şeyler olmalı. Belki de kendimizi bundan sonraki hayata hazırlamak için buradayız.
Birinci Bebek: Saçmalık bu. Doğumdan sonra hayat yok. Bu nasıl bir hayat olabilir ki?
İkinci Bebek: Bilmiyorum ama buradan daha fazla ışık olacağı kesin. Belki bacaklarımızla yürür ve ağzımızla besleniriz. Belki de şimdi anlayamadığımız başka duyularımız olur.
Birinci Bebek: Bu çok saçma. Yürümek ve ağzımızla yemek yemek imkansız. Göbek bağı bilimsel olarak beslenme sağlayan şeydir. Bize yaşamamız için gerekli her şeyi sağlıyor ama çok kısa. Senin söylediğin yaşam için uygun değil. Bu çok mantıksız.
İkinci Bebek: Ya buradakinden çok farklı bir hayat varsa? O zaman fiziksel bir kordona ihtiyacımız olmaz.
Birinci Bebek: O zaman söyle bana, madem doğumdan sonra başka bir hayat var, neden oradan kimse dönmedi? Teslimat hayatın sonudur ve bu karanlık, ıslak bir yaşamdır. Bu bizi hiçbir yere götürmez.
İkinci Bebek: Ama belki annemizle tanışacağız. O bizimle ilgilenecek.
Birinci Bebek: Bu anne saçmalığına inanıyor olamazsın. Anne varsa şimdi nerede peki?
İkinci Bebek: O etrafımızda, her yerde, bizi kuşatmış halde. Biz onun içindeyiz ve onun bir parçasıyız. O olmasaydı sonsuz bir hayat da olamazdı.
Birinci Bebek: O nerede? Onu göremiyor ve duyamıyoruz. Bu çok mantıksız.
İkinci Bebek: Bazen sessizken ve gerçekten dinlersen eğer, onun varlığını algılayabilirsin. Yukarıdan gelen onun sevgi dolu sesini duyabilirsin…
Sözüm inançsızlara: Haydi bakalım, bu hikayenin verdiği feyz ile şimdi hayatı yeniden sorgulama zamanıdır.
Allah’ıma hamd-ü senâlar olsun…
Faturaları kurtaracak icat
Güney Afrika’daki bazı kırsal ve uzak bölgelerde insanlar, yalnızca güneş ışığı ile yemek pişirebilen parabolik güneş ocaklarını kullanmaya başladı. Böylece odun, gaz veya elektrik kullanmalarına gerek kalmıyor.
Yeni icat şöyle çalışıyor: Parabol şeklindeki yansıtıcı aynalar, ışığı pişirme tenceresine odaklıyor. Siyah renkli tencere, ısıyı emiyor. Böylelikle kullanıcı su kaynatma, yemek hatta ekmek pişirme imkanı buluyor. Tencere, ısıyı artırmak için cam kapak veya şeffaf plastik torba ile kaplanıp, küçük bir sera etkisi yaratılabiliyor.
Bu sistem sadece cüzdan dostu değil. Aynı zamanda duman veya zararlı emisyonu önleyip hava kirliliğine engel oluyor, ağaç kesimini azaltıp, ormanları koruyor, kaynak, zaman ve emek tasarrufu sağlıyor.
Ortalama yılın 300 gününde güneş alan ülkemiz için özellikle alt yapının yetersiz olduğu kırsal alanlarda uygulanması büyük fayda sağlayabilir diye düşünüyorum.
Gaf kürsüsü
Muharrem Akduman dostumdan yine kaçmamış: Halk TV ilkokul talebesinin yapmayacağı hatalar yapıyor. Örneğin: “İmamoğlu’na verilen ceza 1 yıl, 19 ay, 15 gün” imiş. La havle…
Zap’tiye
Cumhurbaşkanı Erdoğan BM’de konuşurken, İsrail heyetindekilerin yüz ifadesi. Resmen çarpılmışlar…
Ne demiş?
“Her şey göründüğü gibi olsaydı, avucumuza aldığımız deniz suyu mavi olurdu.” (George Orwell – Hayvan Çiftliği kitabından)