Uzun süredir takip ettiğim bir müzisyen Öykü Yanık… Türkiye’den sonra kariyerini İtalya’da sürdürüyor. Genç yaşta harika bir kariyer inşa ediyor klasik müziğin kalbi Milano’da… Türkiye’ye gelmesini beklemek istemedim ve sorularımı yolladım. Bu sayfaya sığmayacak harika yanıtlar verdi. Söz, harika Türk gencinde…
Notalar hayatınıza ilk ne zaman girdi?
– Babamın topladığı CD’lerde iki Tchaikovsky bir de Johann Strauss II albümünü belki iki milyon kere dinlemişimdir, 3-4 yaşlarındaydım. Sonra baleye başladım. Ağlaya ağlaya keman istediğim bir zamanı da hatırlıyorum. 6-7 yaşlarında başlamış oldum.
Kariyerinizin hangi aşamasında şef olmaya karar verdiniz?
– Konservatuvarın ilk yılındaydım, rol modelim yoktu. Bolca ‘Yapamazsın’ ve ‘Yeterli değilsin’ yorumlarından sonra karar verdim ve hayatımı buna adamaya karar verdim. 19 yaşında ilk konserimi Almanya’da verdim. Bu yıl dünyanın her yerinde konserlerim var.
İtalya’ya gittikten sonra Türkiye‘den size ilgi arttı mı?
– Nereye gidersem gideyim Türk olmaktan, İstanbul’da, dünyanın en güzel şehrinde yetişmiş olmaktan, doğu ve batı arasındaki köprünün bizzat kendisi olma misyonundan gurur duyuyorum. İtalya’ya geldikten sonra çok büyük şeflerle çalışmak, kazandığım yarışma sayesinde dünyanın en büyük basım evlerinden olan tarihi Ricordi ile yaptığımız opera projesi ve bu sezonun devamında paylaşacağım mini bir turne, İtalya’nın en iyi senfoni orkestralarıyla çalışmak… Bu meslek, kimse kapıyı açmazsa, size fırsat vermezse içeri giremezsiniz. Çevremdeki insanlar bana güveniyor ve destekliyor. Ülkemde daha çok çalışabilmeyi çok isterim. 1-2 sezondur aktif konserler veriyorum Türkiye’de, hepsi İtalya’ya gittikten sonra oldu, kendimi bu şekilde gerçekleştirmiş oldum. Konumumdan memnunum, ancak büyüdüğüm İstanbul’da sahne almayı, yurt dışında yönettiğim büyük eserleri ülkemde de yönetmeyi iple çekiyorum.

Bir orkestra şefi için başarılı olmanın şartları neler?
– Çelikten sinirlere sahip olmak, iyi bir felsefe, edebiyat ve psikoloji birikimi, 3-4 dili akıcı şekilde bilmek, vücudunuzu çok iyi tanımak ve bedeninize hakim olmak. Dans da çok işime yarıyor.
Orkestra şefliği yaparken en yoğun hissettiğiniz duygu nedir? Heyecan, sorumluluk, özgürlük…
– Hepsi ve ek olarak büyük bir güç. Öncelikle heyecanlı, her seferinde ilk sefer gibi. Çünkü canlı müzik affetmiyor. Kayıt düğmesi yok, geri alma şansı yok. O an geldi mi, gitti. Bunun sorumluluğu çok ağır. Kimseyi suçlayamam, viyolalar yavaştı diyemem çünkü onlara tempoyu ben verdim. Seyirci anlamadı diyemem çünkü anlatmak benim işim. Tüm o insanlar seninle ama sonuçta sen tek başınasın. Podyumda notalar beni tutsak ediyor aslında bestecinin yazdığı her ölçü, her nüans işareti. Orkestra da öyle; sınırları var, enstrümanlarının fiziksel gerçekleri. Bu zincirlerin içinde, ufak bir kapı açılıyor, bu sınırların ne renkle çizileceğine ben karar veriyorum. Özgürlük bu, sonsuz seçenekler içinde kaybolmak değil, belli kurallar içinde sonsuz renk bulmak. Beethoven bana çerçeveyi verdi, ama tabloyu ben boyuyorum. Bütün o kalıplar içinde özgürce dans ediyorum. Ve en güzeli her konserin farklı olması. Sahnede her müzisyenin içinde o anki o mükemmeli çağırıyorum. Ve biliyorum ki, tek başlarına pratik yaparken ulaşacaklarını düşünmedikleri bir yere benimle birlikte çıkıyorlar. Biz birbirimizi daha büyük yapıyoruz. İşte güç bu, birilerine “Sen bundan fazlasısın” diyebilmek ve haklı çıkmak.
BÜYÜK BİR TEHLİKE GELİYOR
Yüz yıl sonra müzik dünyasında nasıl hatırlanmak isterdiniz?
– İtalyanca’da bir deyim vardır, “Mamma, arrivano i turchi!” yani “Anne, Türkler geliyor!” Osmanlı İmparatorluğu’nun Akdeniz’deki varlığından ve özellikle Osmanlı korsanlarının İtalyan kıyılarına yaptığı akınlardan kalma bir korku ifadesi. Artık “Büyük bir tehlike geliyor!” anlamında kullanılıyor. Geçen günlerde çok büyük bir orkestrayla, büyük bir repertuvar olan Turandot operasını çalışırken biraz heyecanlı bir kesitin ardından provayı izleyen çok değer verdiğim bir büyüğümden bu ifadeyi kahkahayla duydum. Bu keyifle ve altında yatan hafif ‘tehlike’ ile hatırlanmak isterim.
CÜMLEYİ ÖYKÜ YANIK TAMAMLIYOR
En sevdiğim İtalyan yemeği… Safranlı Risotto, Vitello Tonnato ve Carpione…
İtalya’da beni en çok şaşırtan… öğlenleri dükkanların kapanması, herkesin aynı saatte yemek yemesi, bürokratik işlerin gerçekten çok zor olması…
İtalyanca kolay bir dil… değil ama öğrendikten sonra çok keyifli, özellikle operalardaki kelime oyunlarını yakalamak çok eğlenceli.
Müziği hiç ses olmadan anlatmak zorunda kalsam… renkler ve koreografi, ışıklar… Aslında bizzat orkestra şefliği…


















