Sanatın temel kriteri anlaşılır olmaktır

spot_img



Lev Nikolayeviç Tolstoy (1828-1910), aristokrat bir ailenin çocuğu olarak Yasnaya Polyana’da dünyaya geldi. İlk eğitimini çoğu aristokrat çocuğu gibi evde aldı. 1844-1847 yılları arasında Kazan Üniversitesi’ne devam etti ama bitiremedi.
Moskova’da kendi deyimiyle “kaygısız, meşgalesiz, amaçsız” geçirdiği üç yılın ardından edebi denemelerine başladığı Petersburg’a taşındı. 1847 yılından yaşamının sonuna kadar düzenli olarak günlük tuttu. Günlükleri Tolstoy’un yaşama dair görüşlerinin şekillenmesinde büyük bir rol oynamakla kalmamış, yazarın yaratıcılığında özgün bir öz analiz yöntemi geliştirmesinin temeli olmuştur.
1851 yılında yayımlanan ilk eseri Çocukluk’u yazdığı Kafkasya’ya gitti. İlkgençlik ve Gençlik eserleriyle birlikte yarı otobiyografik sayılan üçlemesinin ilk kitabı olan Çocukluk’ta Tolstoy, sınıfsal ayrıcalıklara tamamen yabancı bir çocuğun psikolojinde “doğal insan”ı aramaya başlar. Doğalcı Okul’un gerçekçi ilkelerinin etkisinde kaleme aldığı üçlemesinde çocuğun, ergenin ve genç bir adamın iç dünyasını ayrıntılı tasvirlerle aktarır.
1851-1853 yıllarında Kafkasya’daki askeri seferlere katıldı. Kırım Savaşı’nın başlamasından kısa bir süre sonra Sivastopol’a gitti. Bu dönemde yazdığı Sivastopol hikâyeleri Sovremennik dergisinde tefrika edildiğinde büyük ilgi gördü. Belgelerin, röportaj ve anlatı tekniklerinin ustaca kullanıldığı, savaşın insan doğasına aykırı, kanlı bir katliam olarak resmedildiği bu hikâyeler Rus toplumu üzerinde büyük bir etki yaratmıştı.

FRANSA VE İSVİÇRE’DEN ETKİLENDİ

1855’te Petersburg’a döndü, Sovremennik kadrosu ve çevresiyle Nekrasov, Turgenyev, Gonçarov ve Çernişevski’yle tanıştı. Askerlik hikâyeleriyle ünlenen yazarın 1856’da yayımlanan ilk “barışçıl” hikâyesi Tipi, bütün gerçekliğiyle anlatılan Rus köylüsü karakterleriyle Tolstoy’un yaratıcılığında yeni bir dönemin de başlangıcı oldu. Aynı yıl mutluluğun bir erdem olduğu fikrinden yola çıkarak Bir Toprak Sahibinin Sabahı hikâyesini yazdı.

1857 yılında ilk kez yurt dışına çıktı, Fransa ve İsviçre’deki özgürlükçü ortamdan çok etkilendi. Aynı yıl yazdığı Luzern hikâyesinde burjuva ikiyüzlülüğüne, sosyal eşitsizliğe şiddetle saldırdı. 1858-1859 yıllarında yazdığı Aile Mutluluğu romanında toplumsal meselelere kayıtsız kalmakla eleştirilince, edebiyata küsüp Yasnaya Polyana’ya döndü. 1859 yılının sonlarında Boris Çiçerin’e yazdığı mektupta ruh halini şöyle açıklıyordu:

“Açıkçası yaptığım ve yapabileceğimi düşündüğüm her şey, yapmak istediğim ve yapmam gerekenlerden çok uzak.”

Yasnaya Polyana’da köylülerin çocukları için bir okul açtı. Ayrıca eğitim öğretimin özgür olması, katı devlet disiplininden ve program baskısından arındırılması gerektiğini savunmak için Yasnaya Polyana ismiyle pedagojik ağırlıklı bir dergi yayımlamaya başladı. 1862 yılında Sofya Andreyevna Bers ile evlendi. Toprak köleliği reformu yıllarında sulh yargıçlığı yaptı ve toprak sahipleriyle ile köylüler arasındaki anlaşmazlıkları çözmeye çalıştı. Geleneksel, aristokrat bir aileden gelen Tolstoy, yaşadığı ruhsal bunalımdan çıkış yolunu halka yakınlaşmakta bulmuştu. Yazarın ideolojik ve sanatsal arayışları, halktan karakterler yaratma isteği ve bugünü anlamak için tarihi bir araç olarak kullanmak onu bir epik roman yazma fikrine götürmüştü: Savaş ve Barış.

1863-1869 yılları arasında yazdığı en büyük eseri Savaş ve Barış, yayımlanmasının ardından Rus ve dünya edebiyatının benzersiz eserlerinden biri oldu. Psikolojik bir romanın derinlik ve detaylarını, bir halk destanının çok yönlülüğüyle birleştiren eser, tarihi olayları arka plana yerleştirerek pek çok insan hikâyesi anlatıyordu.

Kurgusal karakterler, tarihi karakterlerle bir araya geliyor, Tolstoy’un edebi dehasının zirveye çıktığı bölümlerin arasına yazarın özgür irade ve zorunluluk, tarihsel sürecin itici güçleri gibi fikirlerini içeren tarihi ve felsefi bölümler serpiştiriliyordu. Karakterlerin çeşitliliği ve dinamizmi Savaş ve Barış’ın temel karakteristiğidir. Roman boyunca başlıca karakterler müthiş ruhsal evrimler de geçirir çünkü Tolstoy’a göre insan, egoizmi ve toplumsal sınırlamaları terk ederek yaşamın temel akışıyla birleştikçe yenilenir.

MOSKOVA’DA FİKİRLERİ NETLEŞTİ

1870’lerde Tolstoy pedagojik çalışmalarına döndü. Dört kitaplık Yeni Alfabe’yi hazırladı. Yeni Alfabe’deki okuma parçaları olan hikâyeler, masallar ve fablları düzenleyerek Rusça Okuma Kitapları adıyla ayrıca yayımladı. Bu kitaplar eğitimciler tarafından övgüyle karşılandı ve büyük ilgi gördü. 1873-1877 yıllarında Tolstoy ikinci büyük romanı Anna Karenina’yı yazdı. Çağdaşları Turgenyev ve Dostoyevski’nin aynı dönemde yazdığı romanlar gibi, Anna Karenina da ahlaki tercihler, evlilik ve zina, özel ve toplumsal yaşam, hatta ekonomi ve tarım sorunlarını cesaretle tartışan bir eserdi. Ayrıca iç monologlar, bilinç akışı gibi dönemi için yenilikçi sayılabilecek anlatım tekniğiyle de dikkat çekiciydi.

Anna Karenina’nın olay örgüsündeki iniş çıkışların bir benzerini yaşayan Tolstoy 1870’lerin sonlarında yeni bir psikolojik ve dini krize düşmüş, ideolojik bir dönüm noktasına varmıştı. 1879-1880 yıllarında yazdığı ve 1884’te yayımlanan İtiraf eserinde yeni dünya görüşünü açıkladı. Tolstoy devletin ve kilisenin varlıklarını halkçı ve evrensel ilkelere yabancı, sahte temeller üzerine inşa ettikleri sonucuna varmıştı. 1881 yılında tekrar taşındığı Moskova’da görüşlerini de netleştirmiş, insanları sevgi ve bağışlama fikirleriyle birleştirmeyi amaçlamış, “kötülüğe şiddetle karşı koymama”yı vazetmiştir.

YIKICI ŞEHVETİ ŞEYTAN’DA YAZDI

1884-1886 yazdığı İvan İlyiç’in Ölümü eseri hep gerektiği gibi yaşamaya özen göstermiş bir insanın ölümle yüzleşmesinin, sıradan bir adamın, sıradan ölümünün kendi gözünden tasviridir. 1889 tarihli Kreutzer Sonat ve 1889’da yazılmasına rağmen ancak ölümünden sonra yayımlanan Şeytan eserlerindeyse insanın nefsiyle mücadelesini, yıkıcı şehvetin bütün iyi duygulara galip gelmesini işler. Tolstoy, geniş okuyucu kitlelerine ulaşabilmek için daha basit yazmak gerektiğine inanıyordu. 1895’te yazdığı Efendi ile Uşağı, 1880’lerde yazdığı İnsan Neyle Yaşar, Mum, İlyas, İnsana Çok Toprak Gerekir mi? gibi halk hikâyeleri bu inancının meyveleriydi.

1898’de sanata dair görüşlerini teorik temellere dayandırmaya çalıştığı Sanat Nedir? incelemesini yayımladı. İncelemesinde ahlaki, topluma faydalı ve halk tarafından anlaşılabilir sanatı, elitist, ahlaksız ve topluma yararı olmayan sanatın karşısına koyar. Tolstoy’a göre gerçek sanatın temel kriterleri erişilebilirlik ve anlaşılır olmaktı.

SOĞUK ALGILIĞINDAN ÖLDÜ

1899 yılında Tolstoy, yıllarca üzerinde düşündüğü ve pek çok kuramsal eser de yazdığı insanlık sorunlarını edebi bir kurgu içinde ele aldığı, yaşamın anlamını kavramak adına kişinin kendini yeniden var etme sürecini anlattığı başyapıtlarından biri olan Diriliş’i yayımladı. Eserdeki kilise ritüellerine yönelik keskin eleştirileri, Tolstoy’un Ortodoks Kilisesi’nden aforoz edilmesinin nedenlerinden biri oldu.

10 Kasım 1910’da gizlice Yasnaya Polyana’dan ayrıldı, yolda soğuk algınlığına yakalandı ve on gün sonra Astapovo istasyonunda öldü.



Source link

spot_img

benzer haberler

spot_img