Klasik müziğin notalarıyla yankılanan sokaklar, beklenmedik bir sokak köşesinden karşınıza çıkan bir sanatçı, her biri birbirinden büyüleyici tarihi yapılar… Avrupa’nın tam kalbinde yer alan Viyana, sizi ilk bakışta hayran bırakacak türden… Gürültü ve şaşaadan uzak olan bu şehrin kendine has bir zarafeti var. Gösterişli değil bu şehir ama derin, etkileyici ve sakin… İçine girdikçe büyüyor, dinledikçe konuşuyor.
HER ADIMDA BAŞKA BİR ÇAĞ
Bir şehre gittiğinizde ilk sorduğunuz soru, “Nereye gitmeliyim? İlk hangi yapıyı görmeliyim?” olur ya. Viyana’da bu soru neredeyse hiç aklınıza gelmiyor çünkü Viyana’da sanki her sokak ayrı bir sanat. Örneğin Ringstrasse… Viyana’nın kalbini bir çember gibi saran, tarih ile bugünü kol kola yürüten bu büyük bulvarda her adımda bir çağ değişiyor sanki. Burası yalnızca bir cadde değil, Viyana’nın belleği gibi…
Parlamento binasının önünden geçerken, antik Yunan’ın sütunlarında Avrupa’nın genç demokrasisi taş kesiyor. Biraz ilerde, Burgtheater bütün zarafetiyle yükselirken Sanat Tarihi ve Doğa Tarihi müzeleri, birer ikiz yapı gibi duruyorlar caddeye karşı. İnsanın merakını, doğaya ve geçmişe karşı duyduğu derin arayışı mermere oyulmuş sanki bu müzelerde. Ve Opera Binası… Ringstrasse üzerinde yükselen belki de en naif anıt. Geceleri ışıklar altında parlayan taşları, sanki her nota için birer mum yakar gibi aydınlanıyor. Viyana müzeler bölgesi ise dünyanın en büyük kültür alanlarından biri. Barok binaların arasında uzanan geniş avlu, geçmiş ile şimdinin tokalaştığı yer gibi. Bu tezat değil de bir armoni gibi. Şehrin simgelerinden biri olan Schönbrunn Sarayı altın sarısı duvarları ile yalnızca bir hanedanın değil, altın bir çağın ihtişamını fısıldıyor.
ZAMANI GÜZELLEŞTİREN SARAYLAR
Bir zamanların imparatorluk yönetim merkezi olan bugün ise Avusturya Cumhurbaşkanı’nın resmi konutu olarak kullanılan Hofburg Sarayı’nda sanki hâlâ İmparator Franz Joseph’in ayak sesleri duyuluyor. Yalnızca taş değil, bir yaşamın izlerini taşır duvarlarıyla bu saray, sizi yaşanmışlıklarıyla duygudan duyguya savuruyor. Belvedere Sarayı ise yalnızca mimarisiyle değil, içindeki sanat koleksiyonlarıyla da dikkat çekiyor.
Yaşanacak dinlenecek ve hissedilecek bir şehir
Viyana, görülecek bir yer değildir sadece yaşanacak, dinlenecek, hissedilecek bir yer. Bu zarif şehrin kahve kokan sokaklarını adımlamak için en güzel zamanlardayız. Üstelik AJet’in çok uygun fiyatlarla Sabiha Gökçen’den direkt Viyana’ya günlük seferi bulunuyor. Bu fırsatı kaçırmayın.
Renklerle konuşan ev
Bazı yapılar vardır ki, onlara bakmak bir pencereye değil bir başka hayal dünyasına bakmaktır. Hundertwasser Evi, işte böyle bir yapı. Viyana’nın klasik zarafetini yırtıp içinden çocukluk hayali gibi fırlayan, renklerle konuşan bir masal evi… Ona “bina” demek haksızlık olur. Bu bina sanki bir başkaldırı gibi.
Bir salgın bir dua…
12. yüzyıldan kalan Aziz Stefan Katedrali şehrin kalbinden göğe yükselen bir dua gibi… Viyana’nın en büyük yapılarından biri olan Karl Kilisesi ise sadece bir mimari şaheser değil; bir felaketin ardından edilen bir duanın cevabı gibi. 1713’te Viyana’yı vuran büyük veba salgını sonrası, İmparator Charles bu kiliyesi yaptırmış. Barok mimarinin en zarif ifadelerinden biri olan bu kilise, bir dua bir şükür gibi…
Kafe burada bir yaşam biçimi
Viyana’da kafeye oturmak, yalnızca kahve içmek anlamına gelmiyor, bu bir yaşam biçimi adeta. Cafe Central, Demel veya Cafe Sacher gibi tarihi kafelerde oturup bir dilim Sacher pastası eşliğinde kahvenizi yudumlamak, şehrin ruhunu hissetmenin en güzel yollarından biri… Zamanında Troçki’den Freud’a dünyaca ünlü isimlerin müdavim olduğu bu kafeler büyülüyor.