Geçen haftalarda Almanya’nın Düsseldorf şehrine, ilişkiler üzerine bir seminer vermeye davet edildim. Avrupa’nın kalbinde, düzenli sokakların, dakik trenlerin ve sakin yüzlerin şehrinde… Ama her şeyin bu kadar yolunda gözüktüğü bir yerde bile insanların kalbinde aynı sorular dolaşıyordu. Seminer boyunca farklı yaşlardan, farklı hayat hikâyelerinden birçok insanla tanıştım. Seminerde birçok soru soruldu ama bir soru daha önce çıktı: “Neden bazı insanlar hep sorun arar? Neden bazıları kaosun içine çekilir, huzurda bile huzursuz olurlar?”
Bu soru o kadar derin ve insani ki, sadece psikolojik değil, aynı zamanda varoluşsal bir sorguyu da içinde barındırıyor. Yani aslında şunu da soruyoruz: Bu konuya birçok açıdan yaklaşmak mümkün. Bazı uzmanlar bu durumu sinir sistemiyle, bazıları çocukluk travmalarıyla, bazıları da toplumsal rollerle açıklar. Hepsinin haklılık payı var. Ama ben bugün size bu meseleyi bir başka yerden anlatmak istiyorum. Bugün, Eric Berne’ün ‘Transaksiyonel Analiz’ kuramı üzerinden yola çıkacağız. Çünkü bazen hayatımızı yöneten şey ne başımıza gelenlerdir ne de çevremizdekilerdir… Bazen, çocukken yazdığımız bir hikâyedir. Ve o hikâyede acı, mücadele ve kaos; sevgiden daha tanıdık olabilir. Hazırsanız, birlikte o hikâyenin satır aralarına bakalım.
ÇOCUKLU SENARYOLARI
Eric Berne’e göre hepimizin içinde üç farklı “benlik durumu” vardır: Ebeveyn, yetişkin ve çocuk. Bu üç yapı hayatımızı yönlendirir; nasıl düşündüğümüzü, hissettiğimizi ve davrandığımızı şekillendirir. Ancak asıl çarpıcı olan nokta, bu yapılar içinden en güçlü olanın çoğu zaman “Çocuk” kısmı olmasıdır. Çünkü orada duygular vardır. Orada biz daha korunmasız, daha inanç doluyuzdur… ve en çok da orada öğreniriz.
Kim olduğumuzu, nasıl seviliriz, nasıl değer kazanırız…
Ve işte tam burada “yaşam senaryosu” dediğimiz şey devreye girer. Bir çocuk, sürekli eleştirilerek büyüdüyse şu mesajı alır:
“Ancak mükemmel olursan sevilirsin!” Ya da hep yalnız bırakıldıysa: “Sevgi beklenir, gelmez!” Ya da sürekli suçlandıysa: “Ben yanlışım, bu yüzden terk edilirim!” Ve çocuk bu deneyimlerle, hayatı boyunca tekrar edeceği bir “senaryo” yazar. Bu senaryoda çoğu zaman bilinçdışı roller vardır:
Hep affeden, hep terk edilen, hep her şeyi düzeltmeye çalışan… Sonra o çocuk büyür.
Ama içindeki çocuk hâlâ o senaryoyu taşır. Ve farkında olmadan, hayatına hep aynı tip insanları çeker: Sevgisiz olanı, ilgisiz olanı, zor olanı…
Çünkü o tanıdıktır. Çünkü o, senaryoya uygundur. Ve kişi şunu fark etmeden yaşar:
Aslında huzur değil, hikâyesine sadakat aramaktadır.
Bir kadın, hep terk edilen “kurban” rolünü yazmışsa, karşısına çıkan sağlıklı bir ilişki onda huzur deği lb, oşluk duygusu yaratabilir. Çünkü o kişi için sevgi ,mücadeleyle birlikte gelir. Dram yoksa, sevgi de yoktur sanır. Bir erkek, ancak suçluluk hissiyle sevildiğini öğrenmişse, kendisini seven biri karşısında suçlu hissetmeden duramaz. O yüzden o huzuru bozar, çünkü suçlu olmadan sevgiye layık hissetmez. Berne der ki, ‘yaşam senaryosu’ değiştirilmediği sürece, kişi kaç kez şehir değiştirirse değiştirsin, hikâye aynıdır.
Senaryo değişmeden hikâye değişmez. Kişi değişmeden ilişki değişmez. Ama işin güzel yanı şudur: Senaryo yazılmış olabilir, evet. Ama devamı hâlâ boş bir sayfadır. Ve o sayfaya artık başka cümleler yazabilirsin!
SENARYONUN DEVAMI SENİN ELİNDE
Kafanın içinde bazı cümleler dönmeye başladı eminim “Benim senaryom ne?”, “Acaba ben de huzurdan korkuyor muyum?”, “İyi giden şeyleri neden kendim bozuyorum?” Bu sorular kolay değil. Ama zaten dönüşüm, kolay olandan değil, cesaret isteyenden doğar. Çünkü acıya tutunmak bir alışkanlık olabilir. Ama huzura yönelmek bir karardır.
Kaosu tanımak kolaydır. Ama huzuru öğrenmek sabır ister. Bir senaryoda “terk edilen” olmak kolaydır, çünkü roller bellidir. Acı tanıdıktır, gözyaşı ezberlenmiştir.
Ama “değer gören” olmayı kabul etmek? İşte o, başlı başına yeni bir hikâyedir. Bazen huzur, ilk başta sıkıcı gelir. Çünkü ne yapacağını bilemezsin. Ne zaman kavga çıkacak, ne zaman terk edileceksin, ne zaman her şey bozulacak diye beklersin. Ama bir şey bozulmaz. Ve işte o an, içindeki eski hikâye titreşmeye başlar. Belki de artık kendine şunu söyleme zamanıdır: “Ben bu oyunun kahramanıydım ama artık yazar da benim!” Çünkü evet, geçmişin sana bir senaryo yazmış olabilir. Ama o senaryo değiştirilemez bir yazı değildir.
Yeniden yazılabilir. Yeniden seçilebilir. Ve en güzeli, yeniden sevilebilir.
Kaosu seçmek kaderin değil. Acıya tutunmak zorunluluğun değil. Bu yazı belki de sadece bir hatırlatma:
Huzur da bir ihtimaldir. Ve sen, onu seçebilirsin.