Boşanmalarda Artış Gösteren Yeni Eğilim: Gri Boşanma

spot_img


2025 yılının “Aile Yılı” ilan edilmesini takiben, 2026-2035 döneminin de “Aile ve Nüfus 10 Yılı” olarak belirlenmesiyle birlikte, nüfusun sürdürülebilirliğinin sağlanması ve aile kurumunun korunup güçlendirilmesi temel politika hedefleri arasına alınmıştır. Bu çerçevede öncelikli amaç, nüfusun yenilenme düzeyi olarak kabul edilen 2,1 toplam doğurganlık hızına yaklaşmak ve mümkünse bu seviyeyi aşmaktır.

Türkiye‘nin giderek yaşlanan bir demografik yapıya sahip olması, genç nüfusun korunması ve çalışma çağındaki nüfusun (15-64 yaş) toplam nüfus içindeki ağırlığının sürdürülmesini stratejik bir öncelik haline getirmektedir. Zira bağımlı nüfus grupları (0-14 yaş ve 65 ve üzeri yaş) ile karşılaştırıldığında, bağımlı olmayan yaş grubunun çoğunluğu teşkil etmesi, ekonomik ve toplumsal dinamizmin devamlılığı açısından kritik öneme sahiptir.

Doğurganlığın artırılabilmesi açısından evliliklerin teşviki temel mekanizmalardan biri olarak değerlendirilmektedir. Bu hususta yeni evlenecek çiftlere verilen maddi destek miktarları da arttırılmasına rağmen 2005 yılından itibaren düşüş eğilimi gösteren kaba evlenme hızı, yalnızca Covid-19 pandemisi sonrasında yeniden artış eğilimine girmiş ve 2024 yılı itibariyle binde 6,65 seviyesine ulaşmıştır. Evliliklerin görece azalırken boşanmaların arttığı 20 yıllık süreç ile birlikte 2024 yılı itibariyle kaba boşanma hızı 2,19’a kadar ulaşmıştır (Grafik 1).

Grafik 1. Kaba Boşanma Hızı, 2001-2024, Türkiye

Kaynak: Evlenme ve Boşanma İstatistikleri, 2024, TÜİK

Evlilik ile Boşanma Arasındaki Kaçınılmaz İlişki

Boşanma olgusu, birçok din tarafından olumsuz karşılanmakla birlikte İslam dini açısından “istenmeyen fakat meşru kabul edilen helallerden biri” olarak değerlendirilmektedir. Tarihsel süreç içerisinde artış eğilimi gösteren boşanma hızları, günümüzde de toplumsal yapıların dönüşümüyle birlikte önemli bir tartışma alanı oluşturmaktadır. Evlilik yaşının ilerlemesi, evliliklerin ertelenmesi veya hiç gerçekleşmemesi dikkate alındığında, boşanma oranlarının evlilik örüntüleri ve evlenme oranları ile birlikte ele alınması gerekmektedir.

Nitekim son yıllarda boşanmaların küresel ölçekte tahmin edilenden daha düşük düzeyde artış göstermesi, evliliklerin yeterli sayıda gerçekleşmemesiyle de ilişkilendirilmektedir. Bu durum, boşanmaların azalmasının güçlü evliliklerin varlığından ziyade evlen(e)meme olgusuyla bağlantılı olabileceğini gündeme getirmektedir. Ayrıca evlilik dışı birlikteliklerin ve evlilik gerçekleşmeden hanehalkı oluşturma ve birlikte aynı haneyi paylaşma eğiliminin artması, evlilik oranlarındaki düşüşün boşanma oranlarına da yansımasına yol açmakta; bu da sürecin yorumlanmasını daha karmaşık hale getirmektedir.

Bununla birlikte, evlilik yaşı, evlilik süresi ve evlilik biçimlerindeki farklılıklar ne olursa olsun, birçok ülkede boşanma oranlarının büyük ölçüde azalmadığı ve stabil kaldığı gözlemlenmektedir (Grafik 2).

Grafik 2. OECD’ye Üye Ülkelere Göre Evlenme ve Boşanma Oranları, 1990-2022

Kaynak: Society at a Glance 2024: OECD Social Indicators, OECD Publishing, Paris, (https://doi.org/10.1787/918d8db3-en)

Boşanma oranları, 1990 ile 2022 yılları arasında 13 OECD ülkesinde artarken, 16 üye ülkede azalma göstermiştir. Boşanmanın azalışı en çok ABD’de görülürken artış ise İtalya, Portekiz ve İspanya’da görülmüştür. Bu durumun ortaya çıkmasında evliliklerin azalmasına, ertelenmesine ve gerçekleştirilememesine ek olarak giderek yükselen evlilik yaşları da eşlik etmektedir. Dolayısıyla boşanma olgusunun anlaşılabilmesi için, evlilik süreçleri ile birlikte bu eğilimi belirleyen toplumsal, ekonomik, dini ve kültürel nedenlerin sistematik biçimde incelenmesi önem arz etmektedir.

Gri Boşanma

Son yıllarda yaşlı çiftler arasındaki boşanma olgusu giderek daha belirgin hale gelmiştir. Bu konu ile ilişkili olarak ABD Nüfus Sayım Bürosu’nun 2021 yılında yayınladığı Number, Timing, and Duration of Marriages and Divorces: 2016 başlıklı rapora göre, boşanmış bireyler arasında en yüksek oranı 55-64 yaş grubundakiler oluşturmaktadır. Başka bir araştırma[1] ise, 50 yaş ve üzerindeki bireyler arasında boşanma oranlarının 1990-2010 yılları arasında iki katına çıktığını ve bu yaş grubunda boşanmanın giderek yaygınlaştığını ortaya koymaktadır.

Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) 2001-2024 yılları arasındaki Evlenme ve Boşanma İstatistikleri verileri, 50 yaş ve üzerindeki bireylerin boşanma sayılarında düzenli bir artış eğilimine işaret etmektedir (Grafik 3). Her ne kadar Covid-19 pandemisi ve 6 Şubat depremleri gibi toplumsal ve demografik şoklar, bu süreçte belirli dönemlerde azalış yönünde kırılmalara neden olmuşsa da, uzun vadeli eğilim yaşlı bireyler arasında boşanmanın sürekli yükselişte olduğunu göstermektedir.

Grafik 3. 50 ve Üzeri Yaş Grubuna Göre Boşanmalar, 2001-2024, Türkiye

Kaynak: Evlenme ve Boşanma İstatistikleri, 2024, TÜİK

TÜİK’in evlilik süresine göre boşanmaların oranlarını tasnif ettiği haliyle 2024 yılı itibariyle gerçekleşen boşanmaların yüzde 33,7’si evliliğin ilk beş yılında gerçekleşmiştir. Evlilik süresi uzadıkça boşanma oranlarının büyük ölçüde azaldığı görülmekle birlikte 26 yıl ve üzeri bir süre devam eden evliliklerin sona ermesinde bir miktar artış olduğu görülebilmektedir (Grafik 4).

Grafik 4. Evlilik Süresine Göre Boşanmaların Oranı, 2024

Kaynak: Evlenme ve Boşanma İstatistikleri, 2024, TÜİK

Boşanma literatüründe “gri boşanma” (gray divorce) olarak kavramsallaştırılan olgu, genellikle uzun süreli evliliklerin ardından 50 yaş ve üzerindeki bireyler arasında gerçekleşmekte ve tek başına yaşayan yaşlı nüfusun artışında önemli bir etken olarak değerlendirilmektedir. Geleneksel olarak bu yaş grubundaki bireylerin evliliklerinin sona ermesi, daha çok eş kaybı ve dul kalma durumuyla ilişkilendirilirken, son yıllarda boşanma olgusunun giderek daha görünür hale gelmesi dikkat çekmektedir.

Bu gelişme, yalnızca yaşlı bireylere özgü bir dinamik olmaktan ziyade, her yaş grubunda gözlemlendiği üzere boşanma önündeki ekonomik, toplumsal ve kültürel engellerin giderek azalması, boşanmaya ilişkin toplumsal algı, tutum ve damgala(n)manın zayıflaması ile yakından ilişkilidir. Ayrıca, çocukların aile evinden ayrılmasıyla ortaya çıkan “boş yuva sendromu” (empty nest syndrome), ebeveynlerin evliliklerini yeniden değerlendirmelerine yol açabilmekte, uzun yıllar çocuklar için yapılan fedakârlıkların önemini yitirmesi boşanma kararının alınmasında etkili olabilmektedir. Daha da dikkat çeken husus, çocuklar küçük yaşta iken eşler tarafından alınan “sessiz” boşanma kararları çocukların süreçten etkilenmemeleri adına ileriki yıllara ve yaşlara ertelenebilmektedir. Bu durum huzursuz evliliklerin ve aile yapılarının süreklilik arz etmesine sebebiyet vermekte; aile, akraba ve toplum fertlerinin bu süreçlerden etkilenmesi ile neticelenmektedir.

Boşanmaların Panzehiri: Aile ve Akrabalık Bağlarının Gücü

Boşanmaların genel olarak sayıca ve oranca artış gösterdiği bir toplum yapısının mevcut olduğu Türkiye’de evlenme sayılarının da görece azalan bir biçimde seyrettiği görülmektedir. Eğitim süreçlerinin uzaması, sekülerleşmenin çok çeşitli boyutları ile yaygınlaşması ve görünür hale gelmesi, iş gücü piyasasına katılım, maddi ve manevi ihtiyaçların her geçen gün artması, arzu edilen, algı ve beklenti ile gerçekler arasında meydana gelen uçurum ya da uyumsuzluk gibi sebeplerle evlenme ve boşanma süreçleri idealize edilen seviyelerde seyredememektedir. Ayrıca, evliliğin “ömür boyu sürecek bir birliktelik” olarak görülme eğiliminin zayıflaması ve bireysel beklentilerin çeşitlenmesi, boşanma kararlarının daha bağımsız biçimde alınmasına zemin hazırlamıştır.

Bu gibi sebeplerin mevcut olduğu Türkiye’de kentleşme biçiminden mimariye, kitle iletişim araçlarından sosyalleşme süreçlerine kadar birçok etken sebebiyle aynı çatı altında yaşanmıyor olsa dahi geniş aile ve akrabalık ilişkilerinin zayıfladığı, silikleştiği ve göstermelik hale geldiği bir zemin göz ardı edilmemelidir. Kitle iletişim araçlarının yoğun etkisinin hemen hemen her yaştan ferde etki ettiği günümüzde aile ve akrabalık ilişkilerinin sadece Türkiye’de değil, birçok ülkede gücünü kaybetmeye başladığı gözlemlenmektedir.[2] Doğurganlığın istenilen seviyede ol(a)madığı, evliliklerin ötelendiği yahut gerçekleş(e)mediği, boşanmaların arttığı bir ortamda aile ve akraba üye sayısı önceki nesillere göre azalmaktadır. Bireysel tecrübeler çerçevesinde akrabalar ve geniş aile örüntüsü zaman zaman kötü deneyimleri içerse de sayıca küçülen aile ve akraba üye sayısı, giderek büyüyen sorunların üstesinden gelinebilmesinde yeterli olamamaktadır.

Gayri resmi bakımın, şefkatin, iyiliğin, dayanışmanın en yoğun görülebileceği alanlardan olan aile ve akrabalık ilişkileri sayesinde kültürel, tarihi ve dini hafıza diri tutularak maddi ve maddi olmayan destek mekanizmaları ile evlenme ötelenmemiş, boşanmalar gerçekleşmemiş, yuvalar dağılmamış olabilir. Böylelikle küresel tektipleşmeye ve kitle iletişim araçlarının etkilerine karşı nüfus diri tutularak aile yapısı korunabilir. Geniş ailelerin yaşayabileceği, akrabaların layıkıyla sosyalleşebilecekleri mimari alanların ve kentlerin imarı, aile ve akraba dostu sosyal politikaların mevcudiyeti ile eşler arasındaki sorunlar bertaraf edilmeye çalışılabilir.


[1] Detaylı bilgi için bkz. Brown, S. L. ve I-Fen Lin (2022) “The Graying of Divorce: A Half Century of Change”, Journals of Gerontology: Social Sciences, 77(9), 1710–1720, https://doi.org/10.1093/geronb/gbac057

[2] Detaylı bilgi için bkz. D. Alburez-Gutierrez,I. Williams, & H. Caswell (2023) “Projections of human kinship for all countries”, Proc. Natl. Acad. Sci. U.S.A. 120 (52) e2315722120, https://doi.org/10.1073/pnas.2315722120



Source link

spot_img

benzer haberler

spot_img