Tam 13 yıl önceydi. İş için ilk yurtdışı seyahatim Belçika’nın başkenti Brüksel’e oldu. “Betül seni Avrupa’nın başkentine gönderiyoruz; Brüksel’e” dediklerinde itiraf etmeliyim biraz hayal kırıklığı yaşamıştım. Çünkü Brüksel ne Paris gibi romantik, ne Roma gibi gösterişli, ne de Amsterdam gibi eğlenceli bir şehirdi. Hakkında konuşan az, fotoğraf paylaşan ise daha az… Dolayısıyla Brüksel’e ilk ayak bastığımda da büyük bir şey beklemiyordum. Ancak yanıldığımı orada geçirdiğim dört günde çok net anladım. Çünkü Brüksel, Avrupa’nın ortasında sanki yanlışlıkla unutulmuş bir kitap gibiydi… Kapağını açan az ama bir kez okuyan, son sayfayı çevirdiğinde şöyle diyor: “Keşke hiç bitmese!” Dışı sade, içi sürprizlerle dolu bu şehri gelin bir de birlikte gezelim.
BİR ZAMAN YOLCULUĞU
Bu şehrin ilk durağı hiç şüphesiz ki Grand Place… Brüksel’in kalbi olarak adlandırılan bu meydan tarihin altın harflerle yazıldığı bir kitap sayfası sanki. 17. Yüzyıl mimarisinin göz kamaştıran örnekleri etrafınızı çepeçevre sararken, siz kendinizi bir zaman yolculuğunun ortasında buluyorsunuz. Altın işlemeli lonca binaları öyle bir sıraya girmiş ki sanki birazdan küçük cüppeli bir koro çıkıp Orta Çağ marşı söyleyecek. Bir banka oturup çevreye baktığınızda, 1695’te Fransız topçularının bu meydanı yerle bir ettiğini düşünüyorsunuz. Sonra başınızı kaldırıp etrafa bakıyorsunuz: “Vay be” diyorsunuz, “Demek güzellik, yıkıldıktan sonra da yeniden inşa edilebiliyormuş.” Meydanın tam ortasında durup 360 derece dönerken mimariyi değil bir tarihi izliyorsunuz. Hele geceleri! Burası gece bambaşka bir yer. Altın detaylar sarı ışıklarla parlarken taşlar size geçmişi fısıldıyor.
HERKESİ GÜLDÜREN HEYKEL
Grand Place’dan birkaç adım ötede, Brüksel’in en meşhuru olan Manneken Pis yani “Çiş yapan çocuk” bulunuyor. Şaşırtıcı derecede küçük boyutuna rağmen büyük bir üne sahip. İlk gördüğünüzde şöyle diyorsunuz: “Bu kadar mı? Bu muymuş? Milyonlarca insan bunu görmeye mi geliyormuş?” Sonra bir gülme geliyor. Bu heykeli gören herkes zaten önce bir gülüyor. Sonra anlıyorsunuz Brüksel sizi güldüren bir şehir. Kim bilir, belki de bu şehir; ciddiyetin içinde saklı neşeyi, törenselliğin ardındaki oyunu temsil ediyor. Minik bir çocuk heykelinin yüzyıllardır insanları bu kadar güldürmesi, her şeyden önce hayatın kendisini hafife alabilmekle ilgili belki de. Hemen birkaç sokak ötede ise daha az bilinen ama ilginç olan Jeanneke Pis (küçük kız) ve Zinneke Pis (köpek) heykelleri bulunuyor. Evet onlar da işiyor! Yine gülüyor ve yolunuza devam ediyorsunuz.
SESSİZ DİPLOMASİ
Brüksel’de sadece taş binalar ve tarihi değil, bugünün kararlarını şekillendiren sessiz bir diplomasi havası da solunuyor. Mesela Avrupa Parlamentosu binaları, hem mimari açıdan ilgi çekici hem de kıtanın geleceğini şekillendiren kararların alındığı yerler olması bakımından da hayranlık uyandırıyor. Şehrin diplomatik yapısı bunula sınırlı değil. Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü’nün yani en bilindik ismiyle NATO’nun merkez binası da burada bulunuyor. Buraya öyle elini kolunu sallayarak giremezsiniz çünkü bu bina, dünya güvenliğinin kalbinin attığı bir merkez.
BİR BİLİM KURGU SAHNESİ GİBİ
Şehrin biraz dışına çıktığınızda, karşınıza çıkan Atomium ise Brüksel’in geleceğe attığı bir imza gibi. 1958 Dünya Fuarı için inşa edilen Atomium bir demir atomunun 165 milyar kat büyütülmüş hali. Üstelik içine giriyorsunuz. Tüp geçitlerden ışıklı tünellere, devasa pencerelere… Sanki bir bilim kurgu sahnesi gibi… Dev bir molekül gibi göğe yükselen bu yapıda bilim, sanat ve hayal gücü yükseliyor.
ÇİKOLATA KOKAN SOKAKLAR
Brüksel’e gelip de Belçika çikolatalarını tatmadan dönmek olmaz. Ne de olsa bu şehir sadece mimarisiyle değil, damakta bıraktığı izlerle de hatırlanacak güzelliğe sahip. Dar sokaklarda yürürken, burnunuza buram buram gelen çikolata ve vanilya kokuları adeta bir masala çağırır sizi. Her köşe başında bir başka çikolatacı… Tatlar da tıpkı şehirler gibi bazıları geçici, bazıları kalıcı izler bırakır. Brüksel ise o enfes çikolatalarıyla aradan 13 yıl geçse de dün gibi hatırlanır.
ŞEHRİN BÜYÜSÜNÜ KEŞFEDİN
Brüksel, sesini yükseltmeden anlatıyor kendini. Ne bağırıyor ne de dikkat çekmeye çalışıyor. Ama bir kere ağırladı mı artık sizden hiç gitmiyor. Siz de bu eşsiz şehrin büyüsünü yaşamak için acele edin. AJet’in İstanbul Sabiha Gökçen’den Ankara Esenboğa’ya kadar birçok havalimanından Brüksel’e çok uygun fiyatlarla seferleri bulunuyor. Bu büyülü şehri keşfetmenin tam mevsimi!