Dünya hızla değişiyor, şehirler gürültüyle dolup taşıyor ve zihinlerimiz çoğu zaman nefes alacak bir alan arıyor. Tam da bu noktada Türkiye’de yeni bir trend yükseliyor: doğayla iç içe, ruh sağlığını destekleyen seyahat kampları. Bu kamplar yalnızca tatil değil, aynı zamanda keder ve depresyonla mücadele için bir nefes kapısı. Bugünlerde araştırmaların da altını çizdiği gibi, doğayla bağ kuran insanlar daha mutlu, daha anlamlı hayatlar sürdürüyor. Hatta kaygı, depresyon ve stres düzeyleri gözle görülür şekilde azalıyor. Türkiye’nin eşsiz coğrafyasında da bu bağlantıyı kurabileceğiniz özel rotalar mevcut. Yaratıcı inzivalar, seramikten yazarlığa uzanan atölye programlarıyla sanat ve ilham dolu bir tatil arayan gezginlere, doğanın huzurlu atmosferinde eşsiz deneyimler sunuyor. Bu eğilimi son dönemde dizilerde ve filmlerde de sıkça görüyoruz. Kahraman, çoğunlukla kendini bulmak için bir ormana, bir dağ yoluna ya da kıyı köyüne sığınıyor. Türkiye’nin iki farklı ama birbirine dokunan coğrafyası, bu arayış için öne çıkıyor: Kaz Dağları ve Likya Yolu. Son yıllarda öne çıkan Hayıtbükü, daha çok hafızayı yumuşatma, duyguları yeni bir düzene koyma mekanıdır. Doğanın iyileştirici gücü, burada basit bir yürüyüş ya da kısa bir yüzüş kadar gündelik anların içinde saklıdır.
TANRILARIN NEFES ALDIĞI YER
Kaz Dağları’nın sessizliği, ilk bakışta sıradan bir orman sessizliği gibi gelir. Oysa biraz derinleştiğinizde, ağaçların gövdesiyle toprağın arasında dolaşan serinlik, insanın zihninde bir yankı uyandırır. Burada yürürken fark edilmeden değişen bir şey vardır o da nefes. Nefes, şehirde kısalıp daralırken burada genişler, ağırlaşır, kendi ritmini bulur. Çeşmelerin, küçük dere yataklarının, köylerin aralığından akan su, hayatın daha yalın bir düzene sahip olabileceğini hatırlatır. Kaz Dağları, mitolojik hikayeleriyle de insana eşlik eder. Binlerce yıl önce tanrıların nefes aldığı yer olduğuna inanılması, buradaki atmosferi bir inanç değilse bile bir ihtimal duygusuyla doldurur. Bu ihtimal, modern insan için basit ama güçlü bir soruya dönüşür: Yaşamı yeniden kurmak mümkün mü? Belki de bu yüzden Kaz Dağları, doğaya açılan bir inziva kapısıdır.
GEÇMİŞ BUGÜNE SIZIYOR
Likya Yolu ise farklı bir deneyim sunar. Kaz Dağları’nın derin ormanlarından sonra burada deniz, yolun çoğu zaman yanınızdan hiç eksilmeyen bir eşlikçisidir. Patikalar, taş evlerin kalıntıları ve zeytinliklerin arasında uzanırken birden karşınıza Akdeniz’in mavisi çıkar. Bu ani karşılaşma, insanın zihnini yeniden ayarlar; yol, yalnızca yürümek değil, bakış açısını değiştirmek için davete dönüşür. Likya Yolu, yalnızca coğrafi bir rota değildir. Her adımda antik bir kentin kalıntısına rastlamak, geçmişin bugünün üzerine sızmasına yol açar. Yürüyüşçü, adımlarını atarken kendi bedeninin sınırlarını olduğu kadar zamanın da sınırlarını sorgular. Yol, insanı yalnızca bitiş çizgisine değil; düşüncelerin derinleştiği, yalnızlığın içten bir dostluğa dönüştüğü bir alana taşır.
DATÇA’NIN SAKLI HAZİNESİ
Aşk acısını hafifletmek, kötü anıları unutmak için en favori rotam Datça’nın saklı hazinesi Hayıtbükü’nü öneriyorum. Burası gürültünün uğramadığı, kalabalığın dağıldığı bir köşe. İnsan kalabalığından çok kuş sesleriyle karşılaşırsınız. Denizi berraktır, adeta zihnin içindeki tortuları çekip alır. Burada Hiking en güzel aktivitelerden biridir. Hayıtbükü’nden başlayıp Palamutbükü ya da Ovabükü’ne doğru uzanan yürüyüş yolları, düşüncelerinizi adımlarınızla birlikte hafifletir. Çam ağaçlarının gölgesinde ilerlerken, denizin farklı tonlarını yukarıdan görmek, bakış açısını da değiştirir.
HEM BEDENE HEM ZİHNE
Maviyle şifalanmak için Akyaka ve çevresi son dönemde “mindfulness” ve yoga kamplarıyla öne çıkıyor. Sabahları denizde yüzüp, gün boyu nefes ve farkındalık çalışmaları yapmak, depresyonla mücadelede güçlü bir destek sunuyor. Özellikle mavi yolculuklar, hem bedene hem zihne iyi gelen bir ritüele dönüşüyor