Ege’nin efsanevi durakları – Turizm Haberleri

spot_img


“Tüyden hafif olurum böyle sabahlar/ Karşı damda bir güneş parçası/İçimde kuş cıvıltıları, şarkılar/Bağıra çağıra düşerim yollara/Döner döner durur başım havalarda” demiş ya Orhan Veli Kanık Baharın İlk Sabahları şiirinde. İşte tam da bu ruh haliyle düştük yine Ege yollarına… Bu sefer efsanelerin peşine takıldık. Dilden dile dolaşan, şarkılara şiirlere hatta filmlere konu olan efsanelerin… Sarıkız’dan Hasanboğuldu’ya, Troya’dan İlyada Destanı’na… Efsanevi aşkları dinleyip efsane durakları keşfettik!

MAVİ İLE YEŞİL ÖPÜŞÜYOR

İlk durağımız Akçay. Ege’nin masmavi suları ile Kazdağları’nın yemyeşil doğasının öpüştüğü rüya gibi bir durak Akçay. Bu şirin ilçeye adım atar atmaz ilk dikkatimizi çeken şey iskelenin sağı ve solunda etrafı taşlarla çevrili su artezyenleri. Öğreniyoruz ki Akçay dünyanın hiçbir tatil beldesinde bulunmayan deniz suyu ile kaynak suyunu bir arada bulunduruyor. Hemen hemen her yerinden buz gibi artezyen sularının fışkırdığı Akçay’da şehir şebeke suyuna ve kapalı şişe suyuna neredeyse hiç ihtiyaç duyulmuyor.

GÜZEL YÜREKLİ SARI KIZ

Sahil hattında yürürken Cumhuriyet Meydanı’ndaki Sarıkız heykeli çıkıveriyor karşımıza. Ve ilk efsanemizi de böylece dinliyoruz. Efsaneye göre, Edremit’in, Güre Köyü’nde Sarıkız adında güzel ve iyi yürekli bir kız yaşıyormuş. Kendisini sevmeyenlerin iftiraları sonucu babası Sarıkız’ı, 5-10 kazla birlikte İda Dağı’na bırakmış. Bir süre sonra kızını görmeye gelen baba, kızından su istemiş ve Sarıkız dağın tepesinden elini körfeze uzatarak tasını doldurunca kızının erdiğini anlamış. Sırrı anlaşılan Sarıkız orada, kızına yaptıklarından dolayı çok üzülen babası ise İda Dağı’nın başka bir tepesinde ölmüş. Bu efsaneye göre İda Dağı, Kazdağı, dağın doruğu Sarıkız Tepesi, kızın babasının öldüğü yer de Babadağı olarak anılmaya başlanmış.

ULU ÇINARLAR RENK RENK ÇİÇEKLER

Altınoluk-Edremit karayolunun 20. kilometresinden sola, dağa doğru Zeytinli Köyü sapağından giriyoruz. Ulu çınarlar, renk renk çiçekler, çağlayanlar, köprüler… Bu yollar bize unuttuklarımızı, bildiğimizi sandığımız ya da bilmediğimiz Anadolu’nun gizemli coğrafyasını hatırlatıyor. Burada hiç yolculuğumuz bitmesin derken Beyoba Köyü’ne ulaşıyoruz. Beyoba Köyü’nün girişinden sola inen 2 kilometre toprak yolu da aştıktan sonra Kazdağı’nın bir başka efsanesi Hasanboğuldu Şelalesi’ndeyiz. Asıl adı Sütüven olan bu şelalenin hikâyesini filmlerden de hatırlasınız. Hani şu yörük kızı Emine ile Zeytinli Köyü’nün yakışıklı delikanlısı Hasan’ın hikâyesi…

YÖRÜK İLE KÖYLÜNÜN ACI AŞKI

Efsaneye göre pazarda tanışıp birbirine sevdalanan iki genç evlenmeye karar verdiklerinde, Hasan’ın içgüveysi olarak obaya gitmesi söz konusudur. Ancak, Emine’nin ailesi bu evliliğe karşı çıkar. Obanın Yörük kültürüne ait olan Emine, ailesi tarafından Hasan’ın zorlu doğa şartlarına dayanıp dayanamayacağını sınamak amacıyla bir yolculuğa gönderilir. Bu sınavı başarırsa, Hasan’ı istemeyen obanın gençleri de onu kabul edeceklerdir. Hasan, 40 okka tuz dolu çuvalı sırtlayarak Emine ile obaya doğru yola çıkar. Ancak, zorlu dağ yolunda Hasan’ın gücü tükenir, Emine ise kararlı bir şekilde obaya doğru devam eder. Hasan’ın acı çığlıkları, Emine’nin kalbinde derin izler bırakır. Gökbüvet’e geldiklerinde Hasan çaresiz bir şekilde yere düşer. Emine’nin obaya dönmesiyle, Hasan’ın haykırışları dere boyunca yankılanır. Emine’sine ulaşamayan Hasan gurur yapar ve kendini Sütüven Şelalesi’nden aşağıya atar. Hasan’ın cansız bedeni Gökbüvet deresi boyunca ilerler ve onun öldüğünü gören Emine de “Yanına geliyorum Hasan” diyerek kendini ulu çınara asar. Sütüven’in adı Hasan Boğuldu olarak kalır, çınarın adı ise Emine Çınarı olur. Hasan ile Emine ahirette buluşmuş mudur bilinmez ama isimleri yüzyıllarca anılır…

BİR SEVDA TÜRKÜSÜ

Hasan’ı aşkından boğan Sütüven Şelalesi şimdi ziyaretçilerine birer nefes adeta… Buz gibi deresi, gökyüzünü kaplayan ağaçları ve bol oksijeni ile insanı sarhoş edebilecek kadar güzellikteki bu yerde sanırız yapılması gereken tek şey; doğayla bütünleşerek yerkürenin oksijen çadırı olan Kazdağları’ndaki oksijeni ciğerlerinize doyasıya çekmek. Göknarlar, kayınlar, sapsız meşeler, akçam, karaçam, çınar, yaban eriği ve ıhlamur ağaçlarının esrarına kapılıp doğanın sunduğu şölenin keyfini çıkarmak ve yaşamı bir kez daha sevmek… Kendinize geldikten sonra ise dağların çağrısına kulak vermek. Belki Hasan ile Emine’nin birbirine söylediği sevda türkülerini duyarsınız kim bilir?


TAM BİR OKSİJEN ÇADIRI

Kazdağları’ndaki manzaranın sarhoşluğundan sıyrıldıktan sonra Altınoluk merkezine doğru yol alıyoruz. İsmini çevresinde bulunan Şahinderesi Kanyonu ve altın sarısı renkteki zeytinyağından alan Altınoluk eski ismi Papazlık olan bir Rum köyü. Hem deniz hem dağ turizminin birlikte yaşanabildiği bölge bol oksijenli temiz havası ve dünya çapındaki zeytinyağı ile ünlü. Öyle ki İtalyanların zeytinyağı haritasında yeşil hatla belirttiği dünyanın en kaliteli zeytinyağlarına sahip. Astım hastalarına doktorlar tarafından da tavsiye edilen bölgeyi oksijen çadırına dönüştüren en büyük etken ise Şahinderesi Kanyonu. Bölgede hava değişimi sağlayan “U” şeklindeki kanyon, Kazdağları’ndan çektiği çam kokulu havayı ovaya dağıtırken denizden aldığı iyot kokulu havayı dağa çıkartarak bir çeşit baca görevi görüyor. Karşılıklı hava sirkülasyonu sağlayan 27 kilometre uzunluğundaki kanyonun yüksekliği 600 metre. Rehbersiz gezilmeyen kanyonun yol üzerinde bulunan gölcüklerinde yüzülebiliyor.

ZEUS TROYA SAVAŞINI BURADAN İZLEDİ!

Bu efsanevi yolculukta son durağımız ise şirin bir balıkçı köyü olan Küçükkuyu… Homeros’un İlyada Destanı’nda sık sık bahsi geçen Küçükkuyu, Tanrı Zeus’un yaşadığı yer olarak biliniyor. Efsaneye göre Troya Kraliçesi Hekabe, oğlu Paris’i dünyaya getirmesine kısa bir süre kala, falcılar tarafından kötüye yorulan bir rüya görür. Hekabe’nin karnından çıkan alev topu, surları sararak şehrin tamamının yanmasına sebep olmaktadır. Bu rüya, Kral Priamos’un, doğan oğlu Paris’i bir çobana teslim ederek İda Dağı’nda bir başına, ölüme terk etmesine yol açar. Paris, kendisini emziren bir dişi ayı sayesinde hayatta kalır. Bu mucize, çobanın (Agelaos) Paris’i evine götürüp himayesi altına almasına vesile olur. Günlerden bir gün, tanrılar katında eğlence düzenlenir ancak Nifak Tanrıçası Eris, davetliler arasında yoktur. Bu dışlanmışlıktan hoşlanmayan Eris, eğlencenin ortasında şölen sofrasına altın bir elma fırlatır, üzerinde “Üç güzele” yazan. Tanrıçalar elmayı almak için mücadele eder. Ayakta kalan son üç tanrıça Hera, Afrodit ve Athena’dır. Elmayı kimin alacağına karar vermesi için Tanrı Zeus’a başvururlar. Zeus’un, en iyi seçimi İda’da bulunan Paris’in yapabileceğini söylemesi üzerine tanrıçalar İda Dağı’na gelir. Tanrıçalar, Paris’e rüşvet teklif eder. Hera, Asya Krallığı’nı, Afrodit, Spartalı Helena’nın aşkını, Athena ise aklı ve başarıyı vadeder. Paris, tercihini Afrodit’ten yana kullanır ve bu tercih, “Büyük Ozan” olarak anılan Homeros’un İlyada Destanı’nda anlattığı, 10 yıl süren, meşhur Troya Savaşı’nın kapısını aralar. Çünkü seçimden sonra Paris, Sparta’ya gitmiş, Kral Menelaos’un karısı Helene’yi Troya’ya kaçırmış, bunun üzerine de Helene’yi kurtarmak için Troya’ya akın yapılmıştır. Tanrı Zeus, bu savaşı İda Dağı’nın doruklarından izlemiştir. Truva Atı da bugün koruma altında olan Kaz Dağı göknarından yapılmıştır. Binlerce yıl önce dünyanın en büyük savaşlarından biri olan bu şirin ilçe şimdi sessiz, sakin kendi halinde… Öyle huzurlu bir yer ki gelenin dönmek istemeyeceği türden…



Source link

spot_img

benzer haberler

spot_img