Ege’nin son satırı Datça – Turizm Haberleri

spot_img


Can Yücel, “Güneşin seni ısıttığı kadar sıcak. / Kendini yalnız hissettiğin kadar yalnızsın. /Ve güçlü hissettiğin kadar güçlü./ Kendini güzel hissettiğin kadar güzelsin…/ İşte budur hayat!/ İşte budur yaşamak…” demiş ya. Biz de hayattan keyifli bir an almak için düştük Datça yollarına… Yol uzun, Datça’ya ulaşmak biraz zahmetli ama yollar o kadar keyifli ki… Işıl ışıl parlayan güneş, sağımızda zeytin ve badem ağaçları, solumuzda masmavi koylar… Bazı yerler yorgunluğunuzu unutturur derler ya! Datça’nın o virajlı yolları dahi yorgunluğunuzu unutturup yüzünüzde tatlı bir gülümseme bırakmaya yetiyor.

RÜZGARLA TATLI DANS

Datça’da ilk gün otelimize yerleşir yerleşmez soluğu denizde alıyoruz. İlk rotamız Gebekum. Burası sörfçüler için bir cennet. Özellikle öğleden sonraları rüzgâr sağlam ama nazik… Masmavi sularda biz bir taraftan kulaç atarken biraz daha açıkta sörfçüler rüzgarla dans ediyor adeta. Suda saatlerimiz geçmiş ama yorgunluk yok. Derken gün batımı bize şovunu yapıyor. Güneş kumların üzerine dev bir altın tabaka gibi yayılırken günü en şık haliyle uğurluyor. Rüzgâr ise bizi tatlı tatlı selamlıyor. İkinci gün otelimizin balkonundan bize gülümseyen begonvilleri selamladıktan sonra Hayıtbükü’ne kırıyoruz rotayı… Yollar virajlı… Her dönemeçte bir manzara açılıyor önünüze. Dağlar, zeytinlikler, uçsuz bucaksız deniz. Radyoda bu keyifli ana eşlik eden eğlenceli bir şarkı, camdan içeri giren kekik kokulu rüzgâr… Ve yolun sonu bir masala açılan kapı. İşte karşımızda Hayıtbükü. Ağaçların gölgesinde yatan şezlonglara uzanıp biraz manzaranın keyfini çıkardıktan sonra dalıyoruz mavi sulara. O kadar berrak bir deniz ki! Suya uzanıp gözlerimi kapatıyorum. Sanki dünyada bir tek ben yaşıyorum. Bu anı hafızamın en güzel köşesinde fotoğraflayıp huzuru kucaklıyorum.


KUM ZAMBAKLARININ TAM MEVSİMİ

Bazı yerler vardır; anlatmaya kalktığınızda kelimeler yetmez. Çünkü orası sadece görülmez, yaşanır. İşte Datça da öyle bir yer. Haritada bir yarımada ama kalbinizde koca bir dünya. Hani Anladım şiirinde demiş ya Can Yücel, “Bir tek yaşanarak öğrenilirmiş hayat, okuyarak, dinleyerek değil… / Bildiklerini bana neden anlatmadığını, anladım…” Datça’ya gittiğinizde eminim bu şiiri de beni de çok daha iyi anlayacaksınız… Eğer tatil planınızı yapmadıysanız ya da son bir tatil yapmayı planlıyorsanız Datça’nın şimdi tam zamanı. Kum zambaklarının boy göstermeye başladığı Datça, eylül sonuna kadar bu büyüleyici manzarayı yaşatıyor. Datça’ya yolunuz düşerse lütfen kekik kokulu rüzgâra, mavi koylara, kum zambaklarına, begonvillere bir de şiir gibi olan Eski Datça’ya benden selam söyleyin.


HAYATA ŞİİR ARASI

GÜNDÜZ koyların eşsiz güzelliğini yaşatan Datça, akşamları ise bambaşka bir aleme götürüyor. Evet Eski Datça’dan bahsediyorum. Gecesi ayrı gündüzü ayrı güzel buranın. Hani bazı yerler vardır, orada zaman durmuş gibidir. Eski Datça’da saatler, dakikaları değil, çiçekleri, kedileri ve Can Yücel’in dizelerini sayıyor adeta. Arnavut kaldırımlı dar sokaklar, taş evlerin arasında kıvrılarak ilerliyor. Renk renk begonviller duvarlardan taşıyor. Her köşe başı bir kartpostal karesi gibi ama bu sefer kartpostalların içindesiniz. Bir sokağa giriyorsunuz, adı “Can Yücel Sokağı”. Tabelası sade ama anlamı büyük. Burası yalnızca bir sokağın adı değil aynı zamanda bir şairin kalbinin attığı, ruhunun sindiği yer. Evine giden yol boyunca duvarlarda onun dizeleri size eşlik ediyor: Ve birden, bir şiirin ortasında yürüyormuş gibi hissediyorsunuz. Şairin evi, dışarıdan mütevazı, içeride ise kim bilir ne duygular saklı… Eski Datça, yalnızca taş evlerden ibaret değil. Burası bir yaşam biçimini temsil ediyor. Kalabalıktan uzak, doğaya saygılı, küçük esnafların, sanat atölyelerinin, minik kafelerin yer aldığı bir mahalle. Can Yücel’in “Mekanım Datça olsun” deyişi boşuna değil. Çünkü burası bir kaçış değil, bir varış yeri… Hayata kısa bir şiir arası.


DENİZ VE GÜNEŞİN ŞOVU

DATÇA’nın koylar hanedanında taç Palamutbükü’ne ait olsa yeridir. Adı biraz tok ve köylü gibi dursa da, gönlü tam bir aristokrat geniş, nazik ve olağanüstü güzellikte. Yol biraz uzun ama her viraj “Dayan, az kaldı” diye fısıldıyor. Ve nihayet vardığımızda bir tablo karşılıyor bizi. Deniz değil, cam adeta. Su değil de bir düşün içine düşmüş gibi… Palamutbükü’nde denize girmek, sadece yüzmek değil bir tür arınma; şehirden, gürültüden, akıldaki karmaşadan… İnsan burada dalgaların içinde değil, kendi içinde yüzüyor. Sahilde birkaç salaş restoran. Abartı yok, gösteriş yok. Doğallığın en sade hali. Ve gün batımı geldiğinde, gökyüzü öyle renkleniyor ki, sanki güneş “Gitmeden önce şovumu yapayım” demiş. Böyle keyifli uğurluyor.


KARGI’DAN AKAN MUTLULUK

DATÇA koylar cenneti. Bu sefer rotamız Kargı. Bu koy, sıradan bir koy değil. Çünkü buradan sadece insanlar değil, bir de küçük bir nehir akıp denize karışıyor. Kıyıda oturup suyun denize karıştığı yeri izlemek, bir meditasyon gibi… Sanki doğa burada kendi kendine fısıldaşıyor: “Dağlardan geldim” diyor küçük nehir. “Seni bekliyordum” diyor masmavi ve berrak deniz. Çocuklar derenin içinde eğlenirken, biz de atlıyoruz masmavi sulara. İlk etapta nehrin etkisiyle soğuk olan deniz açıldıkça ısınıyor. Çocukların şen kahkahasına karışan mutluluk “İşte hayat, bu kadar basit olabilir” dedirtiyor.


DATÇA GEZGİNLERİNE KISA NOTLAR

Sahiller genellikle çakıllı. Deniz ayakkabınızı alın.

Tekne turları harika bir alternatif. Bizim vaktimiz olmadı ama siz mutlaka yapın

Eski Datça’da dondurmaların tadına bakın, böyle bir lezzet yok.

Her kafede bademli kahve, bademli gazoz gibi içecekler var. Ancak Datça’nın yerlileri buna çok kızıyor. “Badem sadece Saraylı tatlısında olur” diyor. Ceviz ve bademle yapılan, şerbetli bu tatlı baklavayı andırıyor.

Hemen her koyda halk plajı var ancak işletmeler de hizmet veriyor. Şezlong ve şemsiye veren bu işletmelerde harcama limitleri bulunuyor. Bu arada fiyatlar İstanbul’a ve bir çok sahil beldesine göre çok uygun.

Datça’da çok güzel eğlence mekanları bulunuyor. Bir akşamınızı felekten bir gün çalmak için buraya ayırabilirsiniz.



Source link

spot_img

benzer haberler

spot_img