Evin neşesi yerine bireysel özgürlük

spot_img


Nüfus hiç şüphesiz ki, bir milletin ve devleti varlığını devam ettirmesi için en önemli güç olarak varlığını halen koruyor. Teknolojik gelişmişlik ve ekonomik refah önemli de olsa, genç nüfusun fazlalığı, özellikle uluslararası siyasi arenada stratejik önem taşıyor. Nüfus kendini kendini yenileyemiyor. Ülkemizde de ilk defa çocuk nüfus sayısı 5 milyonun altına düştü. Atalarımız, “Çocuk bir evin neşesidir” der. Bu söz aile bağlarının da güçlendirici etkisine işaret eder. Bugün gelinen noktada sosyal medyada ve kişisel gelişim kisvesi adı altında estirilen ‘çocuksuz hayat’ furyası, hem geleceğimizi dinamitliyor hem de aile mefhumunun dağılmasına sebebiyet veriyor. Uzmanlar zaruriyet dışında çocuk sahibi olmamanın özellikle ilerleyen dönemlerde büyük psikolojik etkilerine dikkat çekiyor.

ÇİFTLERİ BİRBİRİNE BAĞLAR

Uzman Klinik Psikolog Ayhan Altaş, bir bebeğin aile hayatına eşsiz bir katkı sunduğunu belirterek, “Bir bebeğin gelişi, bir ailenin dinamiklerini kökten değiştirir ve hem bireyler hem de aile bütünlüğü için sayısız katkı sağlar. Bir bebek, anne ve baba arasında ortak bir amaç yaratır. Zorluklar ve neşeler, çifti birbirine daha çok kenetler ve takım ruhunu, sorumluluk bilincini geliştirir. Bu, sadece aile içi ilişkilerde değil, sosyal ilişkilerde de daha anlayışlı ve sabırlı olmayı sağlar. Bir çocuğun gözünden dünyayı yeniden keşfetmek, yetişkinlerin unuttuğu veya göz ardı ettiği basit şeylerden keyif almayı sağlar. İlk adımlar, ilk kelimeler gibi anlar, hayatın küçük mucizelerini hatırlatır” dedi.

AİLENİN GELECEĞİDİR

Çocukların bir toplumun geleceği olduğunu kaydeden Altaş, “Çocuklar, bir ailenin ve toplumun geleceğidir. Ebeveynler için, bir çocuğa iyi bir gelecek hazırlamak, kendilerinden sonra bir miras bırakma ve hayata daha büyük bir anlam katma hissi yaratır. Viktor Frankl’ın da dediği gibi, insanın en temel ihtiyacı yaşamda anlam bulmaktır. Birçok birey bu anlamı çocuk sayesinde keşfeder. Çocuğun olması ya da olmamasının hayatımıza farklı etkileri vardır. Burada önemli olan kişinin hayattan beklentisinin ne olduğu ile ilgilidir. Çoğalarak büyümek mi? Yoksa kişisel hayatınıza odaklanmak mı? Bu beklentiler kişinin verdiği kararı da etkiliyor” ifadelerini kullandı.

ÇOCUK, HAYATIMIZDA ENGEL DEĞİL

Dünyaya yeni gelmiş bir bebeğin ‘engel’ olarak görülmesinin büyük bir hata olduğunu kaydeden Altaş, “Engel kelimesi, bakış açısına göre değişen bir kavramdır. Çocuk, geleneksel anlamda bireysel özgürlükleri ve alışkanlıkları kısıtlayıcı gibi görülebilir. Ancak birçok insan için bu durum, hayatı daha zengin ve anlamlı kılan da bir dönüşümdür. Peki o zaman çocuk sahibi olmak bir engel değilse ne gibi etkileri oluyor. Bir çocuğun sorumluluğunu almak, bireyin kendi sınırlarını aşmasını ve potansiyelini keşfetmesini sağlar. Bu süreç, sadece çocuğa değil, ebeveyne de kişisel gelişim ve olgunlaşma fırsatı sunar” şeklinde konuştu.

ANLAM DUYGUSUNU PEKİŞTİRİR

Bebeğin, bireylerin empati yeteneğine katkı sunduğunu vurgulayan Altaş, “Çocuk sahibi olmak, hayatın önceliklerini yeniden gözden geçirmeyi gerektirir. Bireysel hazlar yerine, başkasının ihtiyaçlarına odaklanmak, empatiyi ve fedakârlığı geliştirir. Bu, birçok kişi için ‘kendini gerçekleştirme’nin farklı bir boyutudur. Birçok ebeveyn, bir çocukla kurulan bağın ve koşulsuz sevginin, hayata bambaşka bir anlam kattığını belirtir. Bu anlam, seyahat veya kariyer başarısıyla elde edilemeyecek derinlikte bir tatmin hissi yaratabilir. Kısa vadede engel gibi görünse de uzun vadede yapılan araştırmalar, çocuk sahibi olan bireylerin yaşam doyumunun, özellikle orta yaş ve yaşlılıkta, çocuksuz bireylere göre daha yüksek olduğunu gösteriyor. Çünkü çocuk, aidiyet, anlam, miras bırakma duygularını güçlendiriyor” yorumunu yaptı.


DÜŞÜŞ SÜRÜYOR

“Toplam doğurganlık hızı”, 2001’de 2,38 çocukken 2014’ten itibaren aralıksız düşüş eğilimine girerek 2024’te 1,48 çocuk olarak gerçekleşti. Bu durum, son 8 yıldır nüfusun yenilenme düzeyi olan 2,1’in altında kaldığını gösterdi.

5 MİLYONUN ALTINA İNDİ

Türkiye İstatistik Kurumu’nun açıkladığı güncel verilere göre, 0-4 yaş aralığındaki çocuk sayısı 2025 yılı itibarıyla 4 milyon 945 bin 831’e gerileyerek Cumhuriyet tarihindeki en düşük seviyelere geriledi.


KISA VADELİ BİR RAHATLIĞA ALDANMAMAK LAZIM

Klinik Psikolog Mehmet Teber, anlayışın temelinde bireyselleşmenin yattığına işaret ederek, “Çocuk büyütmek, ötekini düşünmek demektir. Derdiyle dertlenmek demektir. Kendi hayatının bir kısmını ona vermektir. Modern dünya ise insana kendini merkeze almasıın söyler. Bu kişisel gelişimle başladı. İnsanlar başkasıyla ilgilenmek istemiyor. Herkes kendini merkeze aldı. Bu durum hem aile yaşamını hem de toplum yaşamını çatırdatıyor. Ülke ve vatan kavramlarının altını da oyuyor, bireyselleşme” dedi.

HAYATA MASUMİYET KATAR

Çocuğun hayata büyük anlamlar kattığını kaydeden Teber, “Evet, çocuk büyütmek kolay değil. Bir adanmışlık gerekiyor. Başlangıçta kendini merkeze almak konfor gibi görüneblir. Oysa seni besleyen toplum çözülüyor. Koruyacak olan vatan çözülüyor. Aile bağların çözülüyor. Kısa vadede bir konfor var ama uzun vadede etkileri de olumsuz. Kısa vadeli rahatlığa aldanmamak lazım. Çocuğun hayata getirdiği çok büyük anlamlar var. Hayata masumiyet katar, sevgi katar” değerlendirmesinde bulundu.


SADECE EKONOMİYLE AÇIKLANAMAZ

Sosyolog yazar Erol Erdoğan, nüfus artışındaki düşüşün ekonomik parametrelerle açıklanamayacağını kaydederek, “Aile olmak, çocuk yetiştirmek ve yeni nesillerin geleceğe hazırlanması, elbette maddi imkânlarla ilişkilidir. Fakat sadece ekonomik teşviklerle çözüm aranamaz. Zira doğum oranlarının, refah düzeyi yüksek toplumlarda dahi düşmesi, meselenin öncelikle zihniyet, değerler ve anlam dünyası ile ilgili olduğunu göstermektedir. Kültürel ve felsefi bakış açısı değişmeden, yalnızca ekonomik projelerle nüfus artışı sağlanamaz” dedi.

TANRILAŞMA ARZUSU VAR

Aile mefhumunun içinin boşaltıldığını kaydeden Erdoğan, “Son birkaç yüzyılda ‘insan’, ‘aile’ ve ‘çocuk’ kavramlarının anlamı ciddi bir dönüşüm geçirmiştir. Modern birey, giderek yalnızlaşan, bireyselleşen ve bencilleşen bir kimliğe bürünmektedir. Kendi merkezli bir yaşam kurarken, ilahî olanı hayatın merkezinden çıkarıp ‘tanrılaşma arzusunu’ cesur biçimde ortaya koymaktadır. Bu arzu, insana sınırsız özgürlük, haz ve kontrol yanılsaması verirken, çocuk gibi sorumluluk ve fedakârlık gerektiren değerleri yük gibi algılatmaktadır. Elbette evlilik yaşının yükselmesi, artan boşanmalar, hayat pahalılığı, şehirleşme ve konfor tutkusu gibi faktörler de etkili yan etkenlerdir. Ancak bunlar sorunun temelini değil, görünür yüzünü oluşturur. Bugün ‘çocuk ayak bağıdır’ anlayışı, aslında insanın kendi varlığını inkâr etme arzusundan doğmaktadır. Çünkü herkes bir zamanlar çocuktu; çocuğu reddetmek, hayatın anlamını ve zorunlu devridaimini reddetmektir” ifadelerini kullandı.

KÜRESELLEŞMENİN DAYATMASI

Çocuksuz yaşam algısının küresel bir dayatma olduğuna işaret eden Erdoğan, “Çocuksuz yaşamın özendirilmesi, küreselleşme ve modernleşmenin dayattığı bir paradigma değişimidir. Fakat hiçbir dayatma, insanın gönüllü rızası olmadan başarılı olamaz. İnsan, çocuğu hayatın yükü değil, anlamı ve devamı olarak yeniden kavrayabildiği ölçüde bu gidişat değiştirilebilir. İnsanın yeniden bir anlam arayışına ihtiyacı var. Sonrasında çözümü kendisi bulacaktır. Toplumsal buhranı önlemenin yolu, sadece ekonomik desteklerden değil, öncelikle değerlerin yeniden inşasından, insanın anlam arayışının sahih bir zeminde yeniden yoğrulmasından geçmektedir. Ayrıca eğitim, kariyer, evlilik, doğum gibi esasında birbirini destekleyen unsurların birbirine düşmanlığının önüne geçilmesi gerekiyor. Siyaset, akademi, bürokrasi ve STK’lar için en acil yol haritası bu olabilir” şeklinde konuştu.



Source link

spot_img

benzer haberler

spot_img