Evliliği aşk mı öldürür biz mi? Klinik Psikolog Esra Ezmeci anlattı: “O bir süper kahraman değil, gerçek bir insan”

spot_img


“Evlenmeden önce prenses gibi hissederdim. Bana çok aşıktı. Sevgiliyken çok iyiydik; ama nikah kıyıldığı an her şey değişti…”

Bu ve benzeri cümleleri sıkça duyarız. Peki, gerçekten yüksek sesle söylenen o ‘evet’ kelimesi ve nikah memurunun kıydığı nikahla birlikte her şey kökten bir değişime mi uğruyor? Bu soruya cevap aramadan önce, aşkın kendisini tanımlamak gerekir.

Aşk, bir nevi sarhoşluk gibidir. Kalp atışları hızlanır, beyin kimyasalları değişir. Tek gördüğümüz şey, partnerimizin ne kadar mükemmel olduğudur. Mesaj attığında ya da aradığında havalara uçar, birkaç saat ses çıkmasa öfkeleniriz. Bu dönem, mantığın arka planda kaldığı, beklentilerin hızla yükseldiği bir dönemdir. Üstelik yalnızca karşımızdakine değil, kendimize de yabancılaşmaya başlar; farklı davranırız.

sahiptir. Artık yalnızca duyguların ya da dürtülerin değil, kiraların ödendiği, bulaşıkların yıkandığı, sabah erken kalkıp işe gitmenin gereklilik olduğu bir düzendir. Evlilik aşkı öldürmez elbette… Ama onu evcilleştirir.

Asıl soru ise şudur: Evlilik mi aşkı öldürür, yoksa biz aşkı öldürüp suçu nikaha mı atarız? Aşk, ilk bakışta bir heyecandır. Kalbin hızla atması, sevdiğiniz kişiden mesaj bekleme hali… Aynı mesajı defalarca okuyup doyamamak… Ve en çok da o belirsizlik. İçinizde durmaksızın dolaşan “Acaba beni seviyor mu?” sorusuyla yaşamak…

Evlilikle birlikte bu ‘acaba’lar yavaş yavaş yerini ‘nasıl olsa’lara bırakır. Bekleme heyecanı yerini alışkanlığa bırakır. Aynı evin içinde zaman geçirmek, kahve içmek, uyumak, uyanmak… Karşınızdaki kişiyi hep aynı rutinle görmek zamanla sıradanlaşır. İşte tam bu anda aşk, sürprizini ve heyecanını yitirmeye başlar. Peki, burada kaybeden evlilik mi, yoksa ‘biz’ duygusu mu?

Evliliği çoğu zaman bir sahne olarak görürüz. Herkesin önünde ilan edilmiş, toplumun onayladığı bir birliktelik… “O benim kocam.”, “Bu benim karım” demenin verdiği bir güven duygusu vardır, evet. Ama aynı zamanda bu resmiyetin içinde kaybolan bir samimiyet de…

Oysa evlilik, iki kişinin yarattığı; içinde çiçekler açan bir bahçedir. Bu bahçede yalnızca ikinize ait espriler, kimsenin bilmediği bir dünya vardır. Ama zamanla o dünya kalabalıklaşır. Aileler dahil olur, sorumluluklar artar, maddi problemler, çocuklar, iş stresi… Aşk bu kalabalığın içinde kaybolabilir. Asıl mesele şu: Aşkı hâlâ iki kişilik tutabiliyor muyuz, yoksa onu kalabalık bir apartman toplantısına mı çevirdik?

PSİKOLOJİK OLARAK GEÇİLEN ÜÇ AŞAMA

TUTKULU AŞK


Beynin ‘iyi hissettiren’ tüm hormonlarının zirvede olduğu dönemdir. Karşınızdaki kişiyi kusursuz görürsünüz. Söylediği her söz, yaptığı her hareket size mükemmel gelir. Hatta kusurları bile gözünüze sevimli görünür.

ROMANTİK SEVGİ

Gerçeklerin yavaş yavaş ortaya çıktığı dönem… Artık o bir süper kahraman değil, gerçek bir insandır. Bu evre, ilişkinin devam edip etmeyeceğinin sınandığı dönemeçtir.

BAĞLILIK VE DERİN SEVGİ

Artık birlikte el ele yürümeye karar verilmiştir. Bu noktada heyecan değil, huzur aranır. Birlikte kahvaltı etmek, aynı evde yaşamak zamanla otomatiğe bağlanabilir. Yalnızca alışkanlıkla devam eder hâle gelebilir. İşte bu yüzden bu aşamada önemli olan niyettir. Sevdiğiniz kişiyle güne başlarken o ilişkiye içtenlikle bağlı kalmayı seçmektir. Yani sevgiyi, anlayışı ve özeni her gün yeniden üretmek istemek… Alışkanlıkla değil, bilinçli seçimle sürdürmeyi istemek…

SONUÇ

Evlilik, üçüncü evrenin bir parçasıdır. Ancak çoğu kişi birinci evrede takılıp kalmak ister. Hep o ilk gün, hep o heyecan, hep o tutku… Bu gerçekçi midir? Hayır. Peki mümkün müdür? Emek vererek evet.



Source link

spot_img

benzer haberler

spot_img