İdilika’nın Mutfağı’nda bugün Türk tatlılarının baş tacı olan sütlü tatlıları mercek altına alıyoruz. Tatlı her dilde, son derece olumlu anlamlar taşır, haz ve mutluluk çağrışımı yapar, sevgiyle ve mutlulukla özdeşleştirilir.
Tatlıların ana malzemesi hep şekerdir. Tarihte hangi mutfak kültürüne bakılırsa bakılsın, hepsinde Anadolu tatlıcılığının tarihinde bir dönüm noktası olarak yer alır. Bu toprakların en eski sakinleri, Batı uygarlığında tatlıcılığın öncüleri olarak anılırlar. Orta Asya Türklerinin bugün var olan mutfak alışkınlıklarına bakıldığında tatlı işiyle ilgili ipucuna pek rastlanmaz.

Anlaşıldığına göre, atalarımız da Çinliler gibi tatlı fikrine yabancıydı. Anadolu’ya göçle birlikte gelen, bu toprakların köklü bir geleneği olan tatlıcılığın çabucak benimsendiği ve bu kültürel mirasa sahip çıkıldığını görürüz. Osmanlı döneminde Türkler, Orta Doğu’nun köklü tatlı kültürü ile Avrupa ortalarına kadar uzanan bölgedeki halkların tatlıcılık kültürünü adeta kaynaştırma görevini üstlenmiş gibidir.
Türkler sayesinde, bugün sayısız devletin farklı mutfak gelenekleri bir potada erimiş, Doğu’nun ve Batı’nın çeşitli tatlıları imparatorluğun merkezi İstanbul’da yeniden ve çok daha incelmiş bir biçimde ortaya çıkmıştır.

KAZANDİBİ
“Sütlü muhallebi ve tavuk göğsünün tencere dibini de sıyırıcılar ile sıyırarak kırmızı tarafları üste gelmek üzere muntazaman tabaklarla tevzi ederler ki buna da kazgan dibi tesmiye ederler” diye kazandibinden ilk bahseden Mahmud Nedim’dir. III. Selim döneminde yazan Ahmed Cavid, “Çömlek ve tencere dibine yapışan pilav ve diğer yemekler lezzetli olur. Hane sahibine kısmet olmayıp hizmetçiler mideye indirirler” diyordu.


















