Kalbinizin sesini kısmayın – Pazar Sabah Haberleri

spot_img


Geçtiğimiz haftalarda bir seminer ve ney dinletisi için Hollanda’nın başkenti Amsterdam’daydım. Seminerden sonra biraz soluklanmak, şehrin kendine has sessizliğinde yürümek istedim. Tam o sırada, ressam Vincent Van Gogh’un eserleri üzerine bir etkinlikten haberdar oldum. Vakit de müsaitti, ben de uğramak istedim. Salonun ortasındaki dijital ekranda, sarı tonlara bürünmüş bir “Ayçiçekleri” tablosu vardı. Etrafında insanlar, kulaklıklarla sanatçının hayatını dinliyor, renklerin hikâyesini anlamaya çalışıyorlardı. Ben ise tabloya değil, o tablonun arkasında yatan hayata bakıyordum. Van Gogh’un yaşamı bir başarı hikayesi değil, bir kabul hikayesidir. Yalnızlığı kabul etmişti. Anlaşılmamayı, dışlanmayı, hastalığını… Ama fırçasını yere bırakmamıştı. O gün orada, onun eserlerine bakarken içimde yankılanan bir cümle vardı: “Acıyı kabul etmek, vazgeçmek değildir.”

İÇTEN İÇE VAZGEÇMEK

O cümleyle birlikte bir düşünce dolanmaya başladı zihnimde: “Hayatlarımızda kaç kez ‘kabul ettim’ dedik ama aslında içten içe sadece vazgeçtik?” İşte bu yazı, tam da bu sorunun peşinden giden bir yazı olacak… Hayatın belli dönemlerinde herkes yorulur. Bazen sevdiğin bir insan için verdiğin emek karşılık bulmaz. Bazen yıllarca hayalini kurduğun bir kapı yüzüne kapanır. Bazen çabalarsın, anlatırsın, beklersin ama hiçbir şey değişmez. Ve bir gün kendi kendine şöyle dersin: “Kabul ettim…” Ama durup kendimize sormalıyız: “Gerçekten kabul mü ettim? Yoksa sadece içten içe vaz mı geçtim?” Kabul etmek, bir olgunluk halidir. Direnmeyi bırakmak ama sevgiyle orada kalabilmektir. Karşındakini değiştirme arzunu bir kenara bırakıp, onun olduğu haliyle var olmasına izin verebilmektir. Bu, bir eylemsizlik değil; bilakis derin bir farkındalıktır.

ŞİFALANMAYI DİLEMEK

Bir dostun seni kırdığında, onun da kendi içindeki acılarla boğuştuğunu görüp “Bu kadarını yapabiliyor, şu an kapasite bu kadar” diyebilmek kabul etmektir. Ama sessizce geri çekilip, konuşmadan, helalleşmeden, kendi içinde kapıyı kapatmak — işte bu, çoğu zaman vazgeçmektir. Ve ne yazık ki, biz çoğu zaman vazgeçtiğimizi “kabul ettim” diyerek süsleriz. Kabul ettiğimizde akış hala devam eder. Vazgeçtiğimizde ise akış donar. Kabul, sevgiyle birlikte yürür. Vazgeçiş ise çoğunlukla hayal kırıklığının koynunda büyür. Kabul ettiğinde hâlâ dua edersin, içinden bir yer hâlâ şifalanmayı diler. Ama vazgeçtiğinde, o dilek yok olur. Gönül kapanır. Umut geri çekilir.

KABUL ETMEK İNCE BİR ÇİZGİ

İşte bu yüzden, kabul etmekle vazgeçmek arasındaki çizgi öylesine incedir ki çoğu zaman biz bile fark edemeyiz. Ve bu farkı fark edememek, zamanla kendimize bile uzak düşmemize neden olur. Çünkü insan sadece bir başkasından değil, umut ettiğinden vazgeçtiğinde de kendinden uzaklaşır. Bir kadın, sevdiği adam değişmiyor diye geri çekilir. Bir oğul, yıllarca beklediği ilgiyi göremeyince babasını kendi içinde sessizce yok sayar. Ve hepimiz, bu hayatın içinde bazen bir duvar öreriz. O duvarı da “kabul” diye isimlendiririz. Oysa gerçek kabulde duvar yoktur. Kapı vardır. Açık. Belki rüzgâra, belki zamana, belki gözyaşına açık… Ama tamamen kapanmamış bir kapı.


YORULMAK VAZGEÇMEK DEĞİLDİR

Hayat bize her zaman net cevaplar vermez. Bazen bize “Git” mi yoksa “Kal” mı diyor anlayamayız. Bazen ‘vazgeç’ gibi görünen bir durum, aslında içsel bir teslimiyetin ilk adımıdır. Bazen de “kabul ettim” dediğimiz hâlde içimiz hâlâ yangın yeridir. İşte bu yüzden kendimize dürüst olmamız gerekir. Gerçekten kabul mü ettim? Yoksa kırıldım mı, yoruldum mu, vaz mı geçtim? Çünkü bu iki hâl arasında sadece duygusal değil, ruhsal bir fark vardır. Kabul ettiğinde kalbin yumuşar. Vazgeçtiğinde sertleşir. Kabul eden insan hâlâ dua eder. Vazgeçen insan ise sessizliğe gömülür. Ve bazen, en çok sessizlikte çığlık atar insan. Van Gogh’un fırçası gibi… Dünyaya anlatamadığını tuvale fısıldamıştı. Vazgeçmemişti. Kabullenmişti. Anlaşılmamayı, yalnızlığı, inişleri çıkışları. Ama fırçasını yere bırakmamıştı. Çünkü biliyordu: Vazgeçmek başka, yolda durmak başka bir şeydi. Sen de bugün, kendi hayatına bak. Kime ya da neye “kabul ettim” diyorsun? Ve o kabul, gerçekten bir huzur mu getirdi sana, yoksa içinde hâlâ konuşulmayan bir hüzün mü taşıyor? Unutma dostum, bazı duygular sustuğunda değil, fark edildiğinde iyileşir. Ve bazen en büyük şifa, kendine şu basit cümleyi itiraf etmektir: “Ben kabul etmedim. Sadece çok yoruldum.” Ama unutma ki her son, içinde bir başlangıcın izini taşır. Kapanan her kapının ardında, aralanmayı bekleyen bir başka kapı vardır. Ve en önemlisi: Kalbin, yeniden güvenmeyi, hissetmeyi ve bağ kurmayı öğrenebilir. Çünkü kalp, kırıldığında değil; kapanıp sessiz kaldığında unutur kendini. İyileşmek ise, yeniden açılmayı göze almakla başlar.



Source link

spot_img

benzer haberler

spot_img