Özgüven üzerine yüzyıllardır konuşuluyor. Günümüz filozoflarından Martha Nussbaum, özgüveni insanın kırılganlıklarını kabul edip buna rağmen eyleme geçme cesareti olarak tanımlar. Alain de Botton, özgüveni başkalarının onayına bağımlı olmadan kendi değerini bilmek şeklinde yorumlar. Charles Taylor ise modern toplumda kimliğin oluşumunda özgüvenin, bireyin kendi ahlaki pusulasına sadık kalmasıyla şekillendiğini söyler. Geçen ay Paris’te seminer ve konserim vardı. Seminerin ardından Orsay Müzesi’ni ziyaret ettim. Monet, Van Gogh ve Renoir’ın tabloları arasında dolaşırken, bir eser karşıma çıktı: Küçük bir sandalın içinde, sakin ama kararlı bir adam, gölde tek başına kürek çekiyordu. Tabloda ne bağıran renkler vardı ne de dramatik bir fırtına. Ama o adamın duruşunda, bakışında öyle bir güç hissediliyordu ki… Sessiz ama sarsılmaz bir güven.
DÖRT TEMEL UNSUR
1 Kendine ihanet (Self-betrayal)
Kendine ihanet, kendi doğrularından sırf başkaları memnun olsun diye vazgeçmektir.
Çoğu zaman ‘ilişkileri korumak’ ya da ‘uyum sağlamak’ bahanesiyle yapılır.
Düşünsene; sağlığına dikkat etmek için karar verdin, spora başlayacaksın. Ama arkadaş grubun her hafta seni gece yarılarına kadar oturmaya çağırıyor. Bir kere ödün verdin mi, kendi gözünde değerini biraz düşürürsün. İkinci kez yaptığında bu düşüş hızlanır.
Daha kötüsü, bu ihanet fark etmeden alışkanlığa dönüşür. Artık kendi sınırlarını sen değil, başkaları belirler. Özgüvenin de başkalarının onayına bağımlı bir gölgeye dönüşür. Gölgeler ise, ışık kaybolduğunda yok olur. Gerçek özgüven, gerektiğinde ‘hayır’ diyebilmektir. Çünkü her ‘evet’ in bedeli, bazen kendi öz saygındır.
2 Çemberin kritik noktası (Confidence cycle)
Özgüven doğuştan gelmez, kazanılmış bir döngüdür: Bilgi, deneyim, başarı, özgüven, yeni fırsatlar. Çoğu insan ‘önce özgüvenim olsun, sonra adım atarım’ der. Bu, ateşin yanmasını beklerken odun atmamak gibidir. Mesela, sahneye çıkıp konuşma yapmak istiyorsun ama çekiniyorsun. Önce küçük bir grupta konuşmaya başlarsın. Oradan aldığın deneyim sana biraz güven verir, sonra daha kalabalık bir toplulukta denersin. Her küçük başarı, çembere yeni bir halka ekler. Ama çemberin en kritik noktası şudur: Başlangıçta kendini hazır hissetmemek normaldir.
Bekleyerek değil, hareket ederek özgüven kazanılır. Ve harekete geçtiğinde, döngü kendi yakıtını üretir. Kimileri yıllarca o ilk adımı atmadığı için çember hiç tamamlanmaz. Kimileri ise cesaretiyle çemberi büyütür, hayatı boyunca yeni fırsatların kapısını aralar.
3 Maruz kalma prensibi (Exposure principle)
Korkular, karanlıkta büyüyen gölgelerdir. Onları ışığa çıkarmazsan, olduğundan daha büyük görünürler. Maruz kalma prensibi, korktuğun şeye küçük dozlarda yaklaşmaktır. Topluluk önünde konuşma fobin varsa, önce iki kişilik bir sohbette fikirlerini açıkla. Sonra küçük bir toplantıda söz al. Ardından daha kalabalık bir ortamda konuş. Bu yöntem, beynine şu mesajı verir: ‘Evet, korktum ama hayattayım. Ve bunu yapabildim.’ Her adım, beynin tehdit algısını azaltır. Zamanla korku, yerini güvene bırakır. Bir sporcu antrenmanda zorlandıkça kaslarının güçlenmesi gibi, özgüven de korkuların üzerine gittikçe büyür. Kaçtıkça küçülür, üzerine gittikçe seni taşır. Unutma, cesaret korkusuzluk değildir; korkuya rağmen adım atmaktır.
4 Göz yumulan saygısızlık (Confidence erosion)
Özgüven bir anda yok olmaz, sessizce aşınır. Her ertelenen hedef, görmezden gelinen söz, göz yumulan saygısızlık… Bunlar özgüvenini kemiren küçük darbeler gibidir. Dışarıdan bakıldığında hâlâ güçlü görünürsün, ama içeride kolonlar çürümeye başlamıştır. Bir gün, ufak bir olay karşısında beklenmedik şekilde yıkıldığında anlarsın ki sorun o tek olay değildir; yıllardır süren küçük ihlallerin toplamıdır. Bu yüzden her gün kendine şu soruyu sor: ‘Bugün yaptıklarım, yarınki özgüvenimi güçlendiriyor mu yoksa aşındırıyor mu?’ Cevap ‘aşındırıyor’ ise, hemen dur ve yönünü değiştir. Çünkü özgüvenin çöküşü yavaş ilerler, ama durmaz. Önlem almazsan, gün gelir kendi değerini hatırlayamazsın.
ÖNEMLİ OLAN GÜÇLÜ OLDUĞUNU BİLMEN
Özgüven; başkalarının seni güçlü sanması değil, senin güçlü olduğunu bilmenle ilgilidir. Kendine ihanet etme. Çemberi tamamla. Korkuna yaklaş. Sessiz erozyona izin verme. Çünkü özgüven, başkalarının sana biçtiği değer değil; senin kendine biçtiğin değerdir. Ve bu değeri her gün, kendi ellerinle yeniden yazarsın. Başkalarının gürültüsünü değil, kalbinin fısıltısını dinle.
KENDİ OMURGANI DİK TUTABİLMEK
Özgüven dışarıdan bakıldığında koca bir fırtına gibi durabilir; oysa özünde derin ve sakin bir denizdir. Sahnede yüksek sesle konuşmak, fotoğraflarda güçlü pozlar vermek, insanlara meydan okumak… Bunlar özgüvenin dış kabuğudur. Gerçek mesele, kimsenin seni görmediği bir odada, aynaya baktığında kendini ne kadar sağlam hissettiğindir. Ama ne yazık ki çoğu insan özgüveni yanlış yerde arar. Kimisi beğeni sayısında, kimisi başkalarının ‘bravo’ demesinde. Oysa gerçek özgüven, başkalarının alkışına ihtiyaç duymadan kendi omurganı dik tutabilmektir. Ve bu, dört kritik noktada sağlam durmayı gerektirir. Eğer bu dört noktayı inşa edersen, hayatın hangi köşesinden rüzgâr eserse essin sende yıkıcı bir fırtına yaratamaz.