Cumhurbaşkanımız Erdoğan’ın geçtiğimiz pazartesi gününden bu yana Birleşmiş Milletler (BM) nezdinde gerçekleştirdikleri hitapları, dünya liderleriyle stratejik görüşmeler, dünya basınına açıklamaları, kendilerinin güçlü, kararlı ve vizyoner liderliğinde, Türkiye’nin ‘küresel güç’ rolünün tarihi ölçekte zihinsel inşası anlamına geliyor. Cumhurbaşkanımız aralıksız 10 yıldır, Türkiye’nin ‘bölgesel güç’ten ‘küresel güç’e dönüşüme adına, son derece başarılı ve kapsamlı bir kapasite inşasını etkili bir şekilde yönetiyor. Türkiye’nin küresel bir güce dönüşmesi, ekonomik, ticari, siyasi ve askeri alanda imkan ve kabiliyetlerini çok yönlü ve çok katmanlı bir yapıya dönüştürme becerisi anlamına gelmekte. Cumhurbaşkanımız Avrasya’da Türkiye’nin ‘oyun kurucu’ aktif rolünü güçlü bir ‘güvenirlilik’ algısı inşası ile küresel düzeye taşımakta.
Cumhurbaşkanı Erdoğan bölgesel ve küresel sorunlara çözüm çağrılarını, dünyanın dört bir yanındaki mazlumların haklarını ve dertlerini sahiplenme becerisini ‘samimi’ ve ‘dirayetli’ bir inisiyatifle yürüttüklerinden, Türkiye’nin çok katmanlı ve çok yönlü diplomasi çabaları, Küresel Güney ile Küresel Kuzey arasındaki diyalog rolü saygıyla kucaklanıyor. Şu temel gerçeğin farkında olmamız gerekiyor; dünya ‘yeni bir soğuk savaş jeopolitiği’nin inşasına sahne oluyor. Giderek karmaşıklaşan bölgesel ve küresel gerginlikler, dünyanın önde gelen ülkelerini gerçek manada güvenecekleri yeni müttefikliklere yönlendirmekte. Başkan Trump’ın gerek batılı liderleri Beyaz Saray’da ağırladığı son zirvedeki fotoğraf, gerekse de BM Genel Kurulu‘ndaki hayli sert konuşması, Atlantik İttifakı içinde dahi ‘güvenilir müttefik’ arayışlarının neden hızlandığını izah ediyor. ABD, Rusya ve Çin arasında artan gerginlik, bilhassa aralarında Türkiye’nin de yer aldığı yükselen ekonomileri farklı işbirliği arayışlarına yönlendirmekte.
Bu nedenle, Sayın Cumhurbaşkanımızın BM Genel Kurulu’ndaki tarihi konuşmalarında, Güney Doğu Asya’dan Afrika‘ya, Balkanlar’dan Kafkasya ve oradan Orta Asya’ya ve nihayet Latin Amerika’ya uzanan yapıcı ve işbirliği odaklı çağrısı, bu çağrıya söz konusu coğrafyalardan büyük bir teveccühün gözlemlenmesi, Küresel Güney’in önde gelen ülkeleriyle derinleşen ticari ve askeri işbirlikleri, Türkiye’nin GSYH’sının 2025’de 1,5 trilyon doların, 2028-2030 döneminde ise 2 trilyon doların üzerine nasıl çıkacağını; Türkiye’nin uluslararası ekonomi-politik sistemdeki ‘küresel aktör’ rolüne böyle bir ekonomik büyüklüğün nasıl katkı sağlayacağını en net şekilde ortaya koyuyor. Cumhurbaşkanımız dünya siyasetindeki konumuyla, Türkiye’yi sadece ‘tepki veren’ bir ülkeden, artık ‘inisiyatif alan’ bir noktaya taşımış durumda. Türkiye tüm dünyaya ‘barış diplomasisi’ çağrısını, küresel adalet, egemenlik ve çifte standart vurgusunu öne çıkarak, ‘Dünya 5’ten Büyüktür’ şiarıyla ‘insani ve girişimci diplomasi’ duruşunun payandalarını şeffaf bir şekilde ortaya koyuyor.
Cumhurbaşkanımızın karizmatik liderliği ve ‘somut zemin’ odaklı dış politika stratejisi, gelişmekte olan ülkelerin uluslararası sistemde daha güçlü bir şekilde temsil edilmelerine yönelik çağrısını da anlamlaştırıyor. Küresel ekonomi-politik sistem çok kutuplu, çok güç merkezli bir yeni düzene ve çok yönlü rekabet yarışına doğru yeniden şekilleniyor. Enerji, savunma, güvenlik, dijital teknolojiler, lojistik ağı gibi stratejik alanlarda ‘stratejik otonomi’ odaklı milli imkan ve kabiliyetleri güçlendirmek önde gelen ekonomiler için kritik önemde. Cumhurbaşkanımızın ‘Milli Teknoloji’ odaklı ‘Milli Ekonomi’ hamlesi, enerjide, savunma ve güvenlik alanlarında ‘tam bağımsız Türkiye’ hedefi için hayati adımları ifade ediyor. ‘Türkiye Yüzyılı’ Vizyonunun özü olan ‘Güçlü Türkiye’ adına tarihi bir rotada hızla ilerlemeyi sürdürüyoruz.