TCMB için böyle bir ortamda faiz indirimi kararı vermek kolay iş değildi. Çünkü yüksek finansman maliyetleri üretim koşullarını zorlaştırdı. Diğer politika araçları dezenflasyona beklenen katkıyı sağlamakta gecikiyor. Merkez, bundan sonra daha veri odaklı hareket edecektir
Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) zor bir Para Politikası Kurulu (PPK) toplantısını geride bıraktı. Piyasadaki faiz beklentileri biraz karışıktı. 150 baz puan indirim bekleyenler ağırlıkta olsa da bazıları da politika faizine dokunulmamasından yanaydı.
Geçtiğimiz ay hem tüketici enflasyonu arttı hem de finansal piyasaların enflasyon beklentisi. Bu bozulmanın ekimde de daha devam etmesi olası. Böyle bir ortamda faiz indirimi kararı vermek kolay iş değil. Fakat bir yandan da yüksek finansman maliyetleri üretim koşullarını zorlaştırıyor. Reel sektörün üretim kaslarının zayıflamaması için finansmana erişimin kolaylaşması gerekiyor. Bunun yanı sıra, politika faizinin enflasyonu etkileme gücünün sınırlarına gelindiğini de belirtmek lazım. Diğer politika araçları dezenflasyona beklenen katkıyı sağlamakta gecikiyor. Durum böyle olunca faizi gereğinden fazla yüksek tutmak, enflasyonu düşürmediği gibi üretim kanalı üzerinden enflasyona olumsuz etki bile yapabilir.
PPK toplantısı öncesi böyle bir tablo vardı. Karar, politika faizini 100 baz puan indirmekten yana oldu. TCMB orta yollu bir karar verdi diyebiliriz. Bir yandan yüksek finansman maliyetlerinin doğurabileceği risklerin farkında olduklarını gösterdi. Diğer yandan faiz indirimini piyasa beklentisinin bir kademe aşağısında gerçekleştirerek dezenflasyondaki yavaşlamayı ciddiye aldığına ilişkin bir sinyal vermiş oldu.

SOSYAL KONUT PROJESİ
TCMB bundan sonra daha veri odaklı hareket edecektir. Enflasyonun aylık bazda hangi seviyelerde gerçekleşeceği ve enflasyon beklentilerinin ne zaman yeniden düşüşe geçeceği TCMB’nin politika faizinde olası yeni indirimler için hareket alanını belirleyecek. Bu, faiz indirimlerinin sonlandığı anlamına gelmiyor. Ama bazı PPK toplantılarında faiz indiriminin pas geçildiğine de şahit olabiliriz. Enflasyonun tek başına faiz ile düşmeyeceği ortada. O yüzden 2026’da diğer politika alanlarından gelecek destek çok kritik.
Dezenflasyonu hızlandırmak için acil ihtiyaç duyulan politika alanlarının başında konut geliyor. Zira kira seviyeleri, enflasyonu fena halde zorluyor. Manşet tüketici enflasyonu yıllıkta yüzde 33.29 iken kira enflasyonu yüzde 69.1 seviyesinde. Yüksek kira sorununun tek başına düzenlemelerle çözülemeyeceğini gördük. Özellikle dar gelirli vatandaşlara hitap edecek konutlara ihtiyaç var.

Cuma günü Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan‘ın açıkladığı “Yüzyılın Konut Projesi” bu açıdan anlamlı ve yerinde bir hamle. Bu proje peşinatın düşük, ödeme vadesinin ise uzun olması ile dikkat çekiyor. Önceliklendirilen kesimleri de dikkate aldığımızda gerçek anlamda bir sosyal konut projesi olma özelliği taşıyor. Proje sadece konut satın almayı değil, İstanbul için makul kira düzeylerinde kiralık konutu da kapsayacak. Bunun gibi projeleri, içerisinde iş ve sosyal olanakları da bir bütün halinde tasarlayacak biçimde mevcut büyük şehirlerimiz haricinde emekliler ve gençlere cazip gelecek farklı şehirler için de düşünmek faydalı olabilir.
ZORLU KOŞULLARA RAĞMEN AR-GE’YE DEVAM
TÜİK’IN bu hafta 2024 yılına ilişkin yayımladığı verilere göre, Ar-Ge harcamalarının GSYH’ye oranı 0.07 puanlık artışla yüzde 1.46’ya yükseldi. Ekonomideki belli sıkışmalara rağmen Ar-Ge yatırımlarının artış eğilimini sürdürmesi, Türkiye ekonomisinin dinamizmini koruma gayretini gösteren önemli bir işaret. Zor zamanlarda finansal bağışıklığı güçlendirmek ve yeni fırsat pencerelerini değerlendirmek için teknolojik dönüşüm olmazsa olmaz bir unsur. Piyasa sıkıştığında çıkış yolu için akla gelen ilk yöntem maliyetleri kısmak olsa da Ar-Ge faaliyetlerini bu kapsamda değerlendirmemek gerekiyor.

Bunun iki nedeni var: Birincisi, ister yüksek teknolojili ister daha düşük teknolojili sektörlerden söz edelim, istikrarlı ve sağlam biçimde şirketlerimizi büyütmenin yolu daha yenilikçi olmaktan, üretimi daha katma değerli kılmaktan ve verimliliği artırmaktan geçiyor. İkincisi, Türkiye’nin uzun vadeli kalkınma hedeflerine ulaşabilmesi için Ar-Ge ve inovasyon alanlarında küresel rakiplerin seviyelerine yaklaşması şart. 2003’ten bu yana Ar-Ge yatırımlarının GSYH içindeki payı üç kat arttı. Bu, göz ardı edilemeyecek bir gelişme. Bununla birlikte dünyanın en yenilikçi kabul edilen ekonomilerinde bu oranın yüzde 2.2’nin üzerinde seyrettiğini de akılda tutmalıyız. Dolayısıyla, şartlar ne kadar zor olursa olsun, konu bilim, araştırma ve teknoloji olduğunda tempoyu düşürme lüksümüz bulunmuyor.


















