Mısır‘ın Şarm eş-Şeyh şehrinde, “Niyet Beyanı” belgesi imzalandı. Bu belgenin önemi, hem bölge ülkelerinin büyük kısmının iştirak ettiği hem de Batılı ülke liderlerinin katıldığı “güçlü ve müşterek bir irade beyanı” olmasıdır.
Belgenin altında ABD Başkanı Donald Trump, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Mısır Cumhurbaşkanı Abdülffettah es-Sisi ve Katar Emiri Tamim es-Sani’nin imzaları bulunuyor. Atılan imzaların, kalıcı barışı getirmeye yönelik, diplomatik ilerlemenin yolunu açabilecek bir mahiyeti vardır.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Anlaşmaya Filistin sorununu çözen bir belge gözüyle bakmak yanlış olur” tespitini yaptıktan sonra, yegâne çözümün “1967 sınırları temelinde başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız, egemen ve coğrafi bütünlüğü haiz bir Filistin devletinin kurulmasıyla” mümkün olacağını bir kez daha vurguladı.
Deklarasyon, genel bir çerçeveyi ortaya koyuyor. İsrail sorununa kalıcı çözüm üreten anlaşma metni değil. Ancak, Gazze Planı‘nın ikinci ve üçüncü aşamalarının sorunsuz ilerlemesi ve İsrail’in verdiği sözleri tutması için baskı oluşturulması açısından önemli.
Filistin meselesinin çözümü için BM’de Trump ile Arap ve Müslüman ülkelerinin yaptığı toplantı, ateşkese ulaşılmasında kritik bir eşikti. Şarm eş-Şeyh’te yapılan zirve ve Batılı önemli ülke liderlerinin zirveye katılması yeni bir eşik. Ateşkesin sürdürülmesi ve kalıcı barışa doğru genişlemesi açısından bu zirve büyük öneme sahip.
Trump’ın bu deklarasyonu sahiplenerek sürece kişisel bir anlam yüklemesi ve Netanyahu üzerinde nüfuz kazanmasını da bu bağlamda değerlendirmek gerekir. Trump’ın Netanyahu ile birçok konuda aynı düşünmediği biliniyor. Ancak, İsrail’e tam desteğini de sürdürüyor. Bu anlamda Trump’ın İsrail kamuoyunda popülaritesi mevcut yönetimden daha yüksek. Trump, İsrail toplumuna “Netanyahu İsrail’i yalnızlaştırdı, doğru politikaları ben üretiyorum” diyerek de dolaylı bir mesaj veriyor. Bu da lobilerin üzerinde oluşturduğu baskıyı azaltma açısından Trump’ın geliştirdiği bir taktik.
Türkiye bu sürecin en kilit aktörlerinden biri. Zirve öncesinde ve sırasında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ağırlığı bunu bir kez daha gösterdi. Hem metnin son hâlinin ortaya çıkmasında, hem Netanyahu’nun zirveye katılımının engellenmesinde Türkiye belirleyici bir role sahipti. Uluslararası kamuoyu ve bölge ülkeleri bu hakikatin farkında.
Sadece son birkaç haftada Türkiye üzerine yapılan analizlere bu anlamda bakmak yeterli. Yorumların odak noktasını, Türkiye’nin “bölgedeki düzen kurucu ve istikrara katkı sağlayıcı” rolü oluşturuyor. Aynı zamanda, iki devletli çözümün uzun yıllar sonra ilk defa bu derece insanlığın ortak gündemine oturmuş olmasında da Türkiye’nin çabaları takdir ediliyor.
Bundan sonraki süreçte, bölge ülkelerinin bağımsız, egemen bir Filistin devletinin inşasında işbirlikleri daha da derinleşecektir. İslam ülkeleri, bölgesel bir güvenlik mimarisine olan ihtiyacı daha fazla gündemlerine alacaklardır. İslam İşbirliği Teşkilatı ya da Arap Birliği gibi çok katılımlı örgütlerin her yeni sınamada daha da etkisizleştiği biliniyor. Dolayısıyla, daha dar katılımlı ancak caydırıcılığı yüksek birlikteliklere daha fazla ihtiyaç duyulduğunun artık ülkeler farkında.