New York’ta Türk kahvesi duvarlarda Sedat Pakay ev sahibi Angelina Jolie

spot_img


New York’ta, Birleşmiş Milletler 80. Genel Kurulu sonrası yorgunluk kahvemi alacağım Soho bölgesine doğru hareket ediyorum . Öyle bildiğiniz “to go” kahvelerden değil; cezvede pişen, üstünde köpüğüyle gelen, kokusuyla sizi bir anda İstanbul’a götüren cinsten. Üstelik kahveyi yapan bir Rus, “Nereden öğrendin?” diye sorduğumda bana kısık sesle, gururla cevap veriyor: “Bir Türk’ten… Köpürünce alıyorum.” İşte bu kadar basit, benim için bir o kadar duygusal. Elimde hurma, önümde kahve; Manhattan‘ın göbeğinde İstanbul’un bir köşesi kurulmuş gibi. Ama asıl sürpriz, bu kahvenin servis edildiği mekânda saklı.

EVRENSEL DENEYİM

Burası Angelina Jolie‘nin açtığı Atelier Jolie. İçeri girer girmez duvarlarda tanıdık bir isim karşılıyor beni: Sedat Pakay. 1964’te İstanbul’da çektiği siyah-beyaz fotoğraflar, İstanbul’un başka bir ruhuyla tanıştırıyor. Bu sergi, Catharsis Arts Foundation tarafından Atelier Jolie için tasarlanan serilerden ilki: The Strangers. İlhamını Ekow Eshun’un aynı adlı kitabından alıyor. Sergi, siyah deneyimini bellek, kopuş ve direniş üzerinden yorumluyor. Baldwin’in yaşamı ve hayal gücü merkezde; yabancılık ve yakınlık kavramları üzerinden bir içsel yolculuk sunuyor. Küratörler Ekow Eshun ve Claude Grunitzky, izleyiciyi siyah diasporasının kırılmalarına, özlemlerine ve imkânlarına davet ediyor.

Çağdaş sanatın güçlü isimleri Derrick Adams, Glenn Ligon, Tavares Strachan, Carrie Mae Weems, Hank Willis Thomas yanında modernist ressam Beauford Delaney ve fotoğrafçı Sedat Pakay da var. Pakay’ın Baldwin portreleri serginin kalbi gibi; Baldwin’i hem bir edebiyat ikonu hem de “yabancı” olarak düşündürüyor. Angelina Jolie’nin ev sahipliğinde, New York’un göbeğinde bu sergiyi gezmek evrensel bir deneyim. Kahve telvesinde beliren İstanbul nostaljisi ile sergi duvarlarında yankılanan Baldwin’in bakışı birleşiyor. Ve ben, New York’ta, kahvenin yanında verilen hurmamı yerken, sanatın içinde, bir anlığına hem yabancı hem de evimde hissediyorum.


LONDRA’DA BİR GURUR ANI

Neslişah Yılmaz, Hayaller ve 7 Hills / 7 Heals

Bazı anlar vardır, yalnızca moda defilesi izlemiş olmazsınız; aynı zamanda bir hayalin gerçekleştiğine tanıklık edersiniz. Benim için Londra Moda Haftası’nın geçtiğimiz günlerde gerçekleşen Neslişah Yılmaz, Hayaller ve 7 Hills / 7 Heals tam da böyle. Onun hayallerinin peşinden gidişine, akıllı tekstilden giyilebilir teknolojiye uzanan yolculuğuna yıllardır hayranım.

Hele ki 12 sene önceki master tezinin bugün “öncü” diye konuşulan bir vizyona dönüşmesi… Bunun adı yalnızca moda değil, ileri görüşlülük. Ve işte, geçtiğimiz günlerde Londra’nın tarihi atmosferinde, Barrus ile Art de Huile’nin “7 Hills / 7 Heals” koleksiyonu sahneye çıktığında kalabalık yalnızca kıyafetlere değil, bir şehrin ruhuna tanık oldu. İstanbul’un taşına, rengine, katmanına, kokusuna…

Her parça, adeta Boğaz’ın ışıklarıyla dokunmuş gibiydi. Koleksiyonun en büyüleyici noktalarından biri, nanoteknolojiyle hazırlanan kokulu eşarplardı. Adım attıkça koku yayan, yüzde 100 organik kumaştan üretilmiş, İstanbul’un büyüsünü taşıyan parçalar…

Yanına bir de UV ışık altında renk değiştiren kumaşlar eklenince, podyumda yalnızca kıyafetler değil, hayaller de parlıyordu. Defilenin doruk noktası ise kraliyet ailesine yakın isimler Lady Amelia Windsor ve Lady Victoria Hervey’in sahneye çıkışı oldu. Üzerlerinde bu inovatif eşarpları taşırken, aynı anda hem zarafeti hem de yeniliği temsil ediyorlardı. O an, Londra’nın seçkin moda çevrelerinde sadece bir koleksiyon değil, vizyon alkışlandı. Gecenin sürprizi mi? The Real Housewives yıldızlarından Juliet Angus, yani Julietti’nin davetliler arasında olmasıydı.

Bence bir defileden çok daha fazlasıydı Neslişah’ın yaptığı moda diplomasisin en iyi örneklerinden biriydi. Neslişah Yılmaz’ın hayalleri, bir kez daha bize gurur ve umut verdi. Ve biz izlerken yalnızca moda görmedik; geleceğin nasıl şekillendiğine tanıklık ettik.



Source link

spot_img

benzer haberler

spot_img