Rusya-Ukrayna savaşında Türkiye’nin barış diplomasisi

spot_img


21. yüzyılın çok kutupluluğa evirilen uluslararası sistemi, eş zamanlı olarak krizlere ve çatışmalara da sahne olmaktadır. Türkiye ise bu süreçte taraf olmadan hem çözüm arayan hem müzakere zeminini canlı tutan hem de güven inşa eden diplomatik refleksleri kuvvetli bir aktör olarak öne çıkmaktadır. Türkiye için bu süreç, esasen uluslararası alandaki arabuluculuk rolünden çok daha ötesini içeren bir dönemi başlatmıştır. Özellikle Afro-Avrasya ekseninde Türkiye’nin, bölgesel güç konumunun ötesine geçerek, hareket ve politika geliştirici kabiliyetini artırması hem bölgesel hem de küresel konuların ne denli hassasiyetle ele alınması gerektiğini ortaya koymuştur. Bu kapsamda, 2022 Şubat ayında başlayan Rusya-Ukrayna Savaşı da esasen bu örneklerden biri olarak yalnızca Doğu Avrupa’yı değil, küresel güvenlik mimarisini etkileyen ve klasik diplomatik araçlardan çok daha fazlasına ihtiyaç duyan bir barış arayışı sürecini ortaya çıkarmıştır. Ancak bu durum aynı zamanda Türkiye’nin dış politikasında özellikle son on yılda geliştirilen çok yönlü, istikrar arayışının ve insancıl yaklaşımların temel alındığı bir alanın da yansıması olarak okunmalıdır. Bu noktada Türkiye, sürecin başından itibaren aktif bir tarafsızlık ilkesiyle, taraflar arasında doğrudan iletişim kanallarını açık tutan hem teknik hem de empatik bir yaklaşımla arabulucu aktör olarak konumlanmıştır.

Türkiye’nin Arabuluculuk Rolü: Konjonktürel mi Zorunlu mu?

İlk olarak şunu görmek gerekir ki Türkiye, Rusya ile Ukrayna arasında başlayan bu savaşta daha ilk aşamadan itibaren tarafsız kalan ve her iki tarafın da uluslararası normlar ekseninde konum ve yaklaşımlarını değerlendiren en önemli aktör olmuştur. Bilindiği üzere Türkiye’nin arabuluculuk rolü, 2022 yılında Antalya Diplomasi Forumu ve Dolmabahçe görüşmeleriyle somut biçimde başlamış, tarafların bir masa etrafında bir araya gelmesi ve bu masadan bir barış ile kalkması adına yoğun diplomatik çaba gösterilmiştir. Bunun temel nedeni, Türkiye’nin olaylara yalnızca konjonktürel gelişmeler olarak değil, aynı zamanda krizin arka planını doğru okuyarak ve tarihsel-siyasi kültürel bağlamını bilerek yaklaşmasıdır. Zaten Ankara, bu sürece yalnızca geçici çözümler üretme arayışıyla değil, pratik ve kalıcı mekanizmalar geliştirme hedefiyle dâhil olmuştur.

Süreçte, tıpkı bir buzdağı gibi yüzeyde görünen anlaşmazlıkların çok daha derin yapısal sebeplere dayandığını bilen Türkiye, durumu gözeterek pozisyon alan bir aktör konumundadır. Bu nedenle de o dönemde kurulan müzakere masalarının ne kadar hassas dengelere dayandığını iyi bilerek güçlü bir diplomasi yürütülmüştür. Nitekim, kurulmuş olan uzlaşı masası, Batılı aktörlerin girişimleriyle taraflar arasında yeniden “öteki” algısının güçlendirildiği bir düzleme çekilmiş ve bu süreç yeni bir Soğuk Savaş mantığına evrilmeye başlamıştır. Türkiye ise bu dönemde dahi dengeleyici ve empatik diplomasi yaklaşımını sürdürmeye devam etmiş, sürecin tıkanmaması adına mekik diplomasisiyle hem Kiev hem de Moskova ile doğrudan iletişimini korumuştur.

Yeni Nesil Arabuluculuk Modeli ve Türkiye

Esasında arabuluculuk, Birleşmiş Milletlerin barışçıl uyuşmazlık çözümlerinden biri olarak özellikle iç savaşlar ve uluslararası krizlerde önleyici diplomasi aracı olarak karşımıza çıkar. Türkiye’nin, Rusya–Ukrayna Savaşı’ndaki arabuluculuk rolü kapsamında dikkat edilmesi gereken temel konu, Türkiye’nin bugünkü arabuluculuk yaklaşımının kodlarının tarihsel geçmişte saklı olmasıdır. Özellikle Türkiye’nin imparatorluk geçmişi ve bu coğrafyaya olan siyasi, kültürel ve tarihsel bağı, arabuluculuk sürecinde etkinlik alanını ve günümüzde “adaletli ve hakkaniyetli güç” imajını diplomatik alana entegre etmesini sağlamıştır.

Bu açıdan, yakın dönemdeki en önemli örneklerden biri, Somali–Somaliland sürecinde Türkiye’nin tarafları uzlaştırıcı rolü ve etkisidir. Bu bağlamda Türkiye’nin dış politika yaklaşımı; çıkar merkezli değil, siyasi kültür kodları ve istikrara dayalı, aktörler arasında eşit uzaklık değil, eşit yakınlık prensibi ile empatik bir arabulucu rolü üstlendiğini göstermektedir. Bu durum ise alışılagelmiş klasik Batı tipi arabuluculuk anlayışından belirgin şekilde ayrışmaktadır. Bu durum, özellikle “Rusya-Ukrayna Savaşı’nda neden Türkiye arabulucu oldu?” sorusunun en net yanıtıdır. Çünkü başka hiçbir aktör, tarafları anlayan ve onların var olan tarihsel ve siyasi kültür kodlarını okuyan bir temele sahip değildir. Türkiye ise özellikle sürecin başından bu yana her iki aktörün sahada ve masada karşılaştığı ve karşılaşacağı sorunları bilen, buna dair adil çözümler üreten bir aktördür. Burada belki de en önemli konu, küresel gıda krizinin aşılmasında hayati rol oynayan Karadeniz Tahıl Girişimi olmuştur.

Mekik Diplomasisi ve Cesaret

Vladimir Putin’in 15 Mayıs 2025’te İstanbul’da bir arabuluculuk masasının kurulması ve 2022 yılında kalınan yerden devam edilmesi çağrısını yapmasıyla birlikte Türkiye’nin arabuluculuk konumu yeniden önemli hale gelmiştir. 15 Mayıs’ta heyetlerin bir araya gelip gelmeyeceği soru işaretiyken, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın devreye girmesiyle birlikte, 16 Mayıs’ta arabuluculuk masası üç yıl aradan sonra yeniden kurulmuş ve kaldığı yerden başlamıştır. Her ne kadar heyetlerin düzeyi ve beklentiler konusunda tartışmalar olsa da bu masanın yeniden kurulması ve tarafların bir araya gelmesi en önemli gelişme olmuştur. Hatta buradan esir takası konusunda bir uzlaşının çıkması, küresel anlamda ateşkese gidecek yolun ilk adımı olarak değerlendirilebilir.

Türkiye ise bu süreçte sadece arabuluculuk masasını kuran ve dengeleri gözeten bir aktör değil, aynı zamanda her iki tarafın temel güvenlik kaygılarını ve yaklaşımlarını anlayan bir arabulucu olarak bu masayı ayakta tutmuştur. Çünkü Türkiye, tarafların yaklaşımlarındaki farklılıkları doğru şekilde okumuştur. Rusya tarafı, masaya gelmeye istekli olmakla birlikte her aşamayı gizli tutmak ve kendi kazancını maksimize etmek istemektedir. Ukrayna ise temkinli davranmakta, şeffaflık esasına dayalı olarak toprak bütünlüğü ve uluslararası güvenlik garantileri ile ilerlemek istemektedir.

Ancak 2 Haziran’da gerçekleşen görüşmelere giden süreç 15 Mayıs’tan çok daha çetrefilli olmuştur. Türkiye, özellikle Rusya ve Ukrayna taraflarının yaz aylarının yaklaşmasıyla birlikte savaşın şiddetlenebileceği bir döneme girdiklerini gözlemlerken, aynı zamanda bu konuda taraf heyetlerinin bir araya gelmesi için mekik diplomasisini devreye sokmuştur. Bilindiği gibi gerek Napolyon’un Moskova Seferi gerek de Hitlerin Barbarossa Harekatı yaz aylarında başlamıştır. Nitekim Dışişleri Bakanı Hakan Fidan önce Moskova’ya, akabinde ise Kiev’e ziyaretler gerçekleştirmiş ve tarafların bir araya gelmesi için üstün bir çaba sarf etmiştir. Hatta öyle ki Fidan ve ekibi Kiev’e giderken diplomatik ulaşımı demiryolu ile sağlamış, Kiev’de yapılan görüşmeler ise güvenlik gerekçesiyle canlı yayınlanmamıştır. Bu durum, bir anlamda cesaret örneği olarak da değerlendirilebilir. İşte bu, daha önce de belirtildiği gibi, Türkiye’nin sahip olduğu kültürel kodlardan beslenen yeni nesil ve empatik arabuluculuğun temel özelliklerinden biridir.

Nitekim, 2 Haziran’da İstanbul’da taraflar yeniden bir araya gelmeden önce Ukrayna’nın “Örümcek Ağı Operasyonu” ile Rusya’yı hedef alması, görüşmelerin sonlandığı izlenimini dahi yaratmıştır. Ukrayna, 18 ay boyunca planladığı bu operasyon ile Rusya’nın askeri üslerini hedef almış ve adeta bir Pearl Harbor baskını gerçekleştirmiştir. Rusların sahadaki üstünlüğü her ne kadar tamamen gerilememiş olsa da Örümcek Ağı Operasyonu savaşın gidişatında Ukrayna’nın yapay zekâ destekli sistemlerle, geleneksel yöntemleri etkisiz hâle getirebildiğinin çarpıcı bir örneğini ortaya koymuştur. Yapay zekâ, büyük güç algısındaki askeri kapasite ve devasa bütçeleri sorgulatırken, masadaki dengeleri de psikolojik olarak değiştirmiştir. İşte tam bu noktada, Türkiye’nin öngörüsü bir anlamda gerçekleşmiş ve mekik diplomasisi sonuçlarını vermiştir. Taraflar bu operasyona rağmen yeniden İstanbul’da bir araya gelmiş; Türkiye ise sadece tarafları aynı masaya oturtmakla kalmamış, aynı zamanda esir takası konusunda da uzlaşmalarını sağlamıştır. Bir arabuluculuk masasını kurmak ve onu devam ettirmek en zorudur — nitekim bu durum 2022 yılında gerçeğe dönüşmüştür. Bu açıdan Türkiye’nin istikrarlı ve yeni nesil arabuluculuk rolünün önemi ve değeri bir kez daha ortaya çıkmaktadır.



Source link

spot_img

benzer haberler

spot_img