Tarih meraklıları için seyahat, yalnızca yeni yerler görmek değil, geçmişle doğrudan temas kurma biçimi. Özellikle Birinci ve İkinci Dünya Savaşı gibi kolektif hafızada derin izler bırakan dönemleri yerinde anlamak isteyenler için Avrupa, yaz aylarında adeta açık hava arşivine dönüşüyor. Berlin’de yıkık bir kilise, Amsterdam’da küçük bir günlüğün yazıldığı oda, Budapeşte’de nehir kıyısında bırakılmış ayakkabılar… Her biri sessiz ama etkili tanıklar. Giderek daha fazla gezgin, bu izlerin peşine düşüyor ve şehirleri yalnızca bugünüyle değil, travmalarıyla da tanımaya çalışıyor. Bu ilgiyle birlikte savaşın izlerini taşıyan tematik gezi rotaları da yükselişte.
EN KIRILGAN ANI
Krakow’daki Schindler’in Fabrikası, Paris’in Le Marais mahallesi, Balkanlar’daki sürreal savaş anıtları… Hepsi, geçmişi bugüne bağlayan birer durak. Biz de, Avrupa’nın dört bir yanında savaşın izini sürenler için o dönüşümü en iyi şekilde gözler önüne seren bir rehber oluşturduk sizin için. Hollanda’nın başkenti Amsterdam’da savaşın en kırılgan anısını taşıyan yerlerden biri Anne Frank Evi. Kanal kenarında, küçücük bir ev. İçine girince zaman duruyor. Anne’nin günlüğü, çocuk gözünden bir savaş kaydı. Biraz ilerideki Verzetsmuseum (Direniş Müzesi) ise, yetişkinlerin gözünden anlatıyor aynı süreci. İşgal altında yaşam neydi? Kim direndi, kim sustu? Tüm detaylar orada. Ve yaz güneşinde Amsterdam, bu karanlık hikâyeleri daha da çarpıcı kılıyor.
NEHİR KIYISINDA AYAKKABILAR BUDAPEŞTE,
Macaristan Tuna kıyısındaki ayakkabılar. Bir sanat eseri değil, bir anı. Kurşuna dizilmeden önce ayakkabılarını çıkarmak zorunda kalanların anısına yapılmış. Budapeşte yazın parlıyor ama bu küçük, sessiz anıt, şehre derinlik kazandırıyor. Belçika, I. Dünya Savaşı meraklıları için adeta bir açık hava tarih müzesi. Özellikle Ypres ve çevresi, “Flanders Fields” şiirine ilham veren savaş alanları ve mezarlıklarla dolu cephelerde kullanılan siperler, anıtlar ve savaş müzeleri ziyaretçilere o dönemin dehşetini hissettiriyor. Mons ve Liège gibi şehirlerde ise hem savaşın hem de sivil hayatın izleri iç içe geçmiş durumda şehirlerdeki müzeler, anıtlar ve korunan kalıntılar, ziyaretçilere Avrupa tarihinin karanlık ama öğretici bir kesitini sunuyor. Eğer tarihle dolu bir yolculuk istiyorsanız, Belçika bu rotalar için mükemmel bir başlangıç noktası.
TAŞLARIN DAHİ HAFIZASI VAR
PARIS, Fransa Le Marais, savaşın şehir üzerindeki sosyolojik izlerini en iyi anlatan yer. Bir zamanlar aristokrat mahallesi, sonra Musevi gettosu, şimdi hip kafe ve galerilerle dolu. Ama duvarlardaki plakalar, “Bu binadan şu tarihte kaç kişi alındı” gibi cümlelerle, geçmişi hep hatırlatıyor. Bir şehirde yürürken, kaldırım taşlarının bile hafızası olduğunu anlıyorsun.
TOP MEVZİLERİ VE ANITLAR
TARIH meraklıları için İtalya’nın kuzeyindeki Monte Grappa ve Caporetto, I. Dünya Savaşı’nın izlerini yakından görmek adına eşsiz duraklar. Monte Grappa’nın zirvelerinde hâlâ görülebilen siperler, top mevzileri ve anıtlar, savaşın zorluklarını adeta hissettiriyor. Caporetto ise 1917’deki ünlü muharebesiyle tarihe geçerken, bölgedeki anıtlar ve küçük müzeler savaşın dramatik etkilerini ve stratejik önemini gözler önüne seriyor.
DEV HATIRALAR
BALKANLAR savaş, bu coğrafyada yalnızca dışarıdan gelen bir yıkım değil, içeriden de parçalanma getirmiş. Tjentiste, Petrova Gora, Kosmaj, Jasenovac… Hepsi dev heykeller, dev hatıralar. Ormanın ortasında, taş ve betonun arasında geçmişle karşılaşıyorsun. Bazen tek başına oluyorsun o heykelin önünde. Ve sessizlik, her anlatıdan daha etkileyici hale geliyor.