Karabağ, Libya, Suriye, Ukrayna ve son olarak Gazze’de görüldüğü üzere küresel jeopolitik devinimler emperyal statükonun fay hatlarında kırılmalara yol açıyor. Bu analitiği Kıbrıs özelinde incelersek, Ada’nın yakın dönemde Türkiye lehine büyük bir dönüşüme daha sahne olacağını kestirmek zor değil. Yani Kıbrıs’ı hangi nedenlerle bıraktıysak yine aynı dinamiklerle geri alıyoruz. Kıbrıs’ın 1878’de anavatandan ayrılışıyla başlayan göçü 1960’lardan sonra tersine döndü.
Çünkü Kıbrıs’ın elimizden çıkışında etkili olan jeopolitik faktörler artık aleyhimize değil lehimize işliyor. Unutmayalım ki Kıbrıs’ın 1878’de Birleşik Krallık’ın himayesine verilmesinin en büyük nedeni yükselen Rus tehlikesiydi. Amaç, Rusya’nın Osmanlı’nın Asya’daki topraklarını ele geçirmeye çalışması durumunda Britanya’dan askeri destek almaktı.
Ancak küresel siyasetteki konumumuz zayıfladıkça Kıbrıs üzerindeki nüfuzumuz da azalmaya başladı. Nitekim I. Dünya Savaşı’nda karşıt cephede yer alınca İngilizler Kıbrıs’ı 1914’te işgal kararı aldı. Ada, 1925’e kadar İngilizlerin askeri işgali altında kaldı. Savaştan yenilgiyle ayrıldığımız için de 1925’te Kıbrıs’ı ilhak ettiler. KIbrıs, 1925’ten 1960’a kadar Kraliyet kolonisi olarak Britanya İmparatorluğu’nun bir parçası olarak kaldı.
***
Fakat II. Dünya Savaşı ile birlikte jeopolitik talih yeniden yüzümüze gülmeye başladı. ABD’nin yeni hegemon olması ve SSCB ile başlayan Soğuk Savaş, Kıbrıs’ta dengeleri değiştirdi. İngilizler adadan çekildi ve Kıbrıs 1960’ta bağımsız oldu. Bu tarihten sonra Rumların Kıbrıslı Türklere karşı izlediği etnik temizlik ve adayı Yunanistan’a bağlama projeleri, Soğuk Savaş‘ın jeopolitiğinin duvarına çarptı. Çünkü o jeopolitik tabloda ABD, Yunanistan ve Türkiye arasında denge stratejisi izliyordu.
Bu dengeyi bozan Rumlara karşı Türkiye tam da 6 Ekim 1973 İsrail-Arap savaşından 11 gün sonra Arap ülkelerinin 17 Ekim’de aldıkları petrol ambargosu kararıyla ABD ve Avrupa‘yı sarstığı dönemde yeniden harekete geçti. 20 Temmuz 1974’te başlayıp 18 Ağustos’ta biten 4 hafta ve 1 günlük Kıbrıs Barış Harekâtı, işte bu jeopolitik zamanlamasıyla da dikkat çekmişti. Böylece Kıbrıslı Türklerin imhası ve adanın ilhakı engellendi.
Ardından 15 Kasım 1983’te Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Bağımsızlık Bildirgesi geldi. Kıbrıs Türkleri, Rumlardan bağımsız bir devlet olduğunu ilan etti. Bu hamle, SSCB’nin 1979’da Afganistan’ı işgal edip 8 Ekim 1980’de Suriye ile en kapsamlı stratejik anlaşmasını imzaladığı dönemde geldi. Aynı dönemde Ortadoğu’da da 20 Eylül 1980’de başlayan İran-Irak savaşının en hararetli aşaması yaşanıyordu. Tam bu sırada ABD de 1 Ocak 1983’te Hazar’dan Yemen’e uzanan Orta Asya ve Ortadoğu’dan sorumlu CENTCOM’u (Merkez Komutanlığı) kurmuştu.
***
Bağımsızlık atılımından sonra Türkiye iki önemli hamle daha yaptı. Soğuk Savaş’ın bittiği, Avrupa’nın bütünleştiği ve ABD’nin tek hegemon olduğu 11 Eylül 2001 sonrası ‘terörle savaş jeopolitiği’ne girdik. Bu döneme en uygun hamle Avrupa ile bütünleşmeyi öngören 2004’teki Annan Planı’ydı. Rumların hayır demesi nedeniyle Ada’da ortak devlet kurulamadı. Türkiye’nin eli biraz daha güçlendi. Ardından 2017’deki Crans Montana görüşmeleri geldi. Hedef Kıbrıslı Türklerin ve Rumların federasyon çatısı altında birleşmesiydi. Ancak Rumların masadan kalkmasıyla görüşmeler sonuçsuz kaldı.
Bu da Türkiye’nin KKTC için devreye soktuğu ‘bağımsız, egemen ve iki eşit devlet’ formülünü daha da güçlendirdi. Şu an küresel ve bölgesel jeopolitika rüzgârı Türkiye’nin Kıbrıs politikasından yana esiyor. Hâsılı kelam, Kıbrıs’ın anavatana dönüş süreci yeni hamlelerle daha da hızlanacak.
Hâliyle bugünkü seçimlerde hangi aday ipi göğüslerse göğüslesin kazanan Kıbrıs Türk’ü, bağımsız KKTC ve Türkiye olacak. Kıbrıs’ın özüne dönüşü ve egemen bir devlet olarak tanınması süreci daha da perçinlenecek. Bu bir imkân değil artık bir zaman meselesi. Türkiye, yüzyıllık meselelerini birer birer çözüyor. Sıra artık Kıbrıs’taki son düğümü de çözmekte. Küresel ve bölgesel jeopolitik gidişat da bunu gösteriyor zaten.