Sofrada buluşmak – Cumartesi Sabah Haberleri

spot_img


Sosyal medya çağında ‘trend’ dendi mi akla genelde dans videoları, estetik kahve bardakları ya da yeni çıkan bir uygulama gelir. Ama son zamanlarda bambaşka bir trend yükseliyor: Sofra etrafında buluşmak. Artık şehir hayatının koşturmacasında bir masada yan yana oturmak, hiç tanımadığın insanlarla ekmeği bölüşmek, aynı sofrada sohbet etmek bambaşka bir değer kazandı. ‘Muhtelif’ gibi girişimler tam da bunu yapıyor: İstanbul’u, sohbeti, kahkahayı ve paylaşmayı sofranın büyüsüyle birleştiriyor. Katılanların çoğu birbirini tanımıyor. Ama bir tabak yemek, kahkaha derken yabancılar dost oluyor. Sofrada uzman yok, tek ses yok. Herkes kendi hikâyesini anlatıyor; yemekler sadece bahane, asıl mesele bağ kurmak. Bu yüzden sofradaki her yemek sadece bir tat değil, aynı zamanda bir hikâye. Trend burada saklı! Dijital dünyada ekranlara bakarken yalnızlaşan bizler, yeniden masada göz göze gelmenin kıymetini hatırlıyoruz. Çünkü sofra yalnızca karın doyurmuyor; sohbeti, dostluğu, “İyi ki gelmişim” duygusunu doyuruyor. Belki de yeni dönemin en değerli trendi bu olacak; yemeği paylaşmak, hayatı paylaşmak…


BED ROTTİNG YATAKTA ÇÜRÜMEK Mİ DİNLENMEK Mİ?

hayatımıza soktuğu kavramlardan biri:

‘bed rotting.’ Türkçeye çevirince neredeyse tüyler ürpertici bir anlamı var:

Yatakta çürümek! Aslında kastedilen şey; saatlerce yatakta kalmak, telefonla oyalanmak, dizi izlemek, atıştırmalıklarla vakit geçirmek ve hiçbir şey yapmamak.

Gen Z bu durumu bir tür öz bakım olarak tanımlıyor. Bitmeyen koşuşturmacanın, üretkenlik baskısının ve şehir hayatının yorucu temposunun ardından ‘bed rotting’ onlara nefes alma alanı sunuyor.

Gençler bunu bir kaçış, bir yeniden toparlanma yöntemi olarak görüyor.

Ama işin uzmanları temkinli. Psikologlara göre evet, bazen hiçbir şey yapmadan yatakta vakit geçirmek zihni dinlendirebilir. Fakat bu alışkanlık fazlaya kaçtığında uyku düzenini bozuyor, hareketliliği azaltıyor, kaygı ve depresyon belirtilerini ağırlaştırabiliyor.

Burada kritik nokta şu: denge. Hiçbir şey yapmamak bir süreliğine şifalı olabilir, ama sürekli hale geldiğinde bedenin de, ruhun da alarm vermeye başlıyor. Yani mesele yatakta çürümek değil; bedenine ve zihnine gerçekten iyi gelen molaları verebilmek.

Evet, zaman zaman hepimizin bir ‘bed rotting’ gününe ihtiyacı var. Ama unutmayalım ki hayat yataktan ibaret değil. Yatağın ötesinde; sokaklarda, insanlarda, kitaplarda, yolculuklarda bizi bekleyen çok şey var.


YENİ NESİL HİKÂYE ANLATIMI

Son zamanlarda önüme sık sık düşüyor: dikey diziler. Telefonu yana çevirmeden izleyebildiğin, kısa kısa bölümlerden oluşan, ‘tek lokmalık’ hikâyeler. Aslında olay çok basit: 9:16 ekran formatında çekiliyor ve her bölüm 2-3 dakikada bitiyor. Yani tam da metroda, kahve sırasında ya da yatağa uzanıp oyalanırken tüketmelik.

Beni en çok şaşırtan şey, bu işin ciddi bir prodüksiyon haline gelmesi. Eskiden kısa skeçler izlerdik, şimdi neredeyse büyük yapım şirketleri bu işe el atıyor. TikTok’ta, Reels’te, YouTube Shorts’ta artık karşımıza sadece dans eden gençler değil, mini diziler çıkıyor. Türkiye’de de O Kadın, Semt Çocuğu, Aşk Sözleşmesi gibi örnekler şimdiden konuşuluyor. Şunu fark ettim: Dikey diziler aslında bizim tüketim alışkanlığımızı birebir yansıtıyor. Uzun bölümlere sabrımız kalmadı. Saatlerce bir sezon izlemek yerine, hızlıca bir bölüm izleyip hayatımıza devam etmek istiyoruz. Yani dizi değil, ‘atıştırmalık içerik.’

Ama işin bir başka boyutu da var. Kısa olduğu için hikâye yoğunlaşıyor, gereksiz sahneler olmuyor, her şey hızlıca akıyor. Bir bakıma bizi yoran o klasik dizilerin aksine, bu format nefes aldırıyor. Tabii şu da ayrı mesele: Jeton sistemiyle bölümlerin kilidini açma olayı işin ticari tarafını gösteriyor. Bence dikey diziler daha çok konuşulacak. Belki geleneksel dizilerin yerini almaz ama bizim gündelik tempomuza daha çok uyuyor. Hayat hızlandıkça, izlediğimiz hikâyeler de hızlanıyor.


YAŞ FARKI OLAN ARKADAŞLIKLARIN GÜCÜ

Kim demiş en iyi arkadaşın illa seninle yaşıt olmak zorunda diye? Hayat bana öğretti ki, bazen senden 10 yaş büyük bir dostun oluyor ve sana hiç bilmediğin bir bilgelik katıyor. Bazen de senden 10 yaş küçük biri çıkıyor karşına ve sana yeniden genç olmayı, hayatı daha hafif yaşamayı hatırlatıyor.

Son okuduğum bir araştırma da bunu söylüyor: Yaş farkı olan arkadaşlıklar ruh sağlığını güçlendiriyor, yaşam tatminini artırıyor. Çünkü bu arkadaşlıklar bize farklı bir perspektif, daha güçlü bir aidiyet duygusu ve yepyeni pencereler açıyor.

Düşünsene; büyük olan seni sakinleştiriyor, yol gösteriyor. Küçük olan ise enerjinle seni yeniden canlandırıyor. İşte bu dengenin verdiği güç, belki de mutluluğun gizli anahtarı. O yüzden arkadaş seçerken yaşa takılma. Bazen sohbetine doyamadığın, yanında kendin gibi hissettiğin, çocuklaşabildiği insanın doğum tarihi seninkinden çok farklı olabilir. Önemli olan aynı anda gülmek, aynı masada samimiyetle konuşabilmek. Belki de senin en kıymetli dostun, senden yaşça çok farklı olan kişi…



Source link

spot_img

benzer haberler

spot_img