Sorun istanbul’da değil bizde! – Cumartesi Sabah Haberleri

spot_img


Pandemi öncesi İstanbul’un gece hayatı için söylenenleri sık sık duyar olduk: “Ah, o zamanlar daha çok eğlenirdik… İstanbul daha güzeldi… Şu mekan vardı, bu kulüp vardı…”

Herkesin dilinde aynı bahaneler, aynı özlemler. Oysa meseleyi başka bir açıdan görmek gerekiyor. Evet, 2010’larda ya da daha öncesinde İstanbul gece hayatı belki daha heyecanlı görünüyordu. Ama bunun asıl nedeni seçeneklerin sınırlı olmasıydı. Herkesin gittiği bir-iki kulüp, birkaç restoran vardı. Tanıdık yüzlere rastlamak kolaydı çünkü şehirde eğlence hayatı belli adreslere sıkışıyordu.

Bugün tablo bambaşka. Bebek’te popüler bir mekana gitmek yerine, Suadiye’de oturan bir genç kendi mahallesinde benzer bir alternatifi bulabiliyor. Artık her semtte beş benzeri bulunan barlar, restoranlar, kulüpler var. Eskiden “Bu şehirde doğru düzgün mekan yok” diye yakınırdık; şimdi ise her hafta yeni bir açılış daveti telefonlarımıza düşüyor. İstanbul büyüyor, gelişiyor, çeşitleniyor. Ama biz bu bolluğun içinde kayboluyoruz. Asıl mesele şu: Müdavimlik kültürü ortadan kalktı. Eskiden bir mekanın müdavimi olurduk; oraya aidiyet hisseder, yıllarca aynı masaya otururduk. Bugünse sosyal medya etkisiyle ‘story atmak’ için gidiyor, bir sezon tadını çıkardıktan sonra başka bir mekana zıplıyoruz. Tıpkı hızlı tüketilen ilişkiler gibi… Bir kulüp ya da restoran artık bize uzun süreli bağlılık hissettirmiyor. Sonra da dönüp İstanbul’u suçluyoruz: “Eskisi kadar eğlenceli değil” diyoruz. Oysa sorun şehirde değil, bizim tüketim hızımızda. İstanbul hâlâ her gün yeni bir şey sunuyor. Yeni restoranlar, barlar, kulüpler açılıyor. Yeter ki biz onları hızlıca tüketip kenara atmak yerine gerçekten deneyimlemeyi bilelim. Kısacası, mesele İstanbul’un değil, bizim ‘fast food tadındaki fast party life’ anlayışımızın bir sonucu. Şehir üretmeye, çeşitlenmeye devam ediyor. Ama biz, hızla tüketen ve hiçbir şeye bağlanmayan bir nesil haline geldik.


İŞ DÜNYASINDA YENİ TREND JOB HUGGİNG

Son zamanlarda beyaz yakalıların dünyasına yeni bir kavram girdi: Job Hugging… Türkçeye ‘işine sarılmak’ olarak çevrilebilecek bu kavram, işine tutkuyla bağlı olmaktan çok, iş güvencesi için eldeki işe sıkı sıkıya tutunmayı ifade ediyor.

Eskiden işini sevmeyen çalışanların yeni fırsatları daha kolay değerlendirdiği, farklı şirketlere geçiş yaptığı bir dönem vardı. Özellikle Z kuşağı kısa süreli işlerde kalmasıyla tanınıyordu. Ortalama bir buçuk yıl içinde iş değiştiren bu kuşak, işverenler için en büyük belirsizliklerden birini oluşturuyordu.

Neredeyse her ajans sahibi ya da şirket yöneticisi, “Z kuşağını işe almak demek, bir buçuk yıl sonra boşalan bir koltukla karşılaşmak” diyordu.

Ancak tablo değişmeye başladı. Dünyada artan ekonomik zorluklar, geçim sıkıntıları ve iş bulmanın giderek zorlaşması, genç kuşakları da etkisi altına aldı. Artık çalışanlar işlerinden çok keyif almasalar bile, mevcut pozisyonlarına güvenlik arayışıyla sarılıyorlar. Bu durum sadece Gen Z için değil, bir önceki kuşak için de geçerli hale geliyor.

‘Job hugging’ bir tutkudan doğmuyor. Çalışanların işlerine dört elle sarılmalarının nedeni, güven duygusu. Belirsizlikler karşısında en değerli şey, var olan düzeni korumak. Özellikle son aylarda küresel çapta yayılan bu eğilim, iş gücü piyasasında dengeleri yeniden şekillendiriyor.

İşverenler açısından bu trend, uzun süredir yaşadıkları en büyük soruna da bir çözüm olabilir:

Çalışan devir hızını azaltmak. Gençler, artık daha uzun süre işlerinde kalmayı seçiyor. Kimi gönüllü, kimi mecburiyetten… Ama sonuç aynı: İşine sıkı sıkıya sarılan bir beyaz yaka profili…

İş dünyası için bu yeni trendin kalıcı olup olmayacağını zaman gösterecek. Ancak şimdilik görünen o ki, ‘job hugging’ çalışanlara istikrar, işverenlere de güven veriyor.


REZERVASYON DÜNYASINDA YENİ BİR DÖNEM

Ne zaman yurt dışına çıksam, Paris’te, Londra’da ya da New York’ta rezervasyon uygulamalarını kullanırken hep aynı şeyi düşünürdüm: “Keşke İstanbul’da da böyle bir uygulama olsa…” Tam da Paris bavulumu yaparken karşıma çıkan Resfor, işte bu dileği gerçeğe dönüştürüyor.

Markanın kurucusu Baburhan Arslan, eğitim yıllarında edindiği vizyonu ve iş dünyasında kazandığı deneyimi bu girişime taşımış. Gen Z’nin iş hayatında uzun süre aynı yerde kalmaktan çok ‘deneyimlere bağlı’ olduğunu konuşurken, kendi yolunu çizen, kendi başarı hikâyesini yazan bir isim çıkıyor karşımıza. Baburhan Arslan, kurduğu Resfor ile Türkiye’de rezervasyon alışkanlıklarını yeniden şekillendirmeyi hedefliyor.

Resfor yalnızca bir rezervasyon uygulaması değil. Restoranların kendilerini doğru kitleye tanıtabilmelerini sağlayan, kullanıcıların ise zahmetsizce en iyi deneyime ulaşmalarını kolaylaştıran bütüncül bir çözüm. İmkansız gibi görünen, “Keşke şu restoranda yer bulabilsem” dediğiniz mekanlara sizin adınıza rezervasyon yapıyor. Size düşen tek şey uygulamayı telefonunuza indirmek. Resfor’u farklı kılan ise, teknolojik altyapısı kadar kullanıcı dostu tasarımı ve esnek yapısı. Restoranların farklı ihtiyaçlarına cevap verirken, kullanıcıya da tek dokunuşla yeni bir deneyim sunuyor. Bu anlamda yalnızca bir teknoloji ürünü değil, aynı zamanda Türkiye’nin yeme-içme kültüründe yeni bir dönemin kapısını aralıyor.



Source link

spot_img

benzer haberler

spot_img