Tılsımlı taşlarda inanç ve gizemin izleri: Mardin

spot_img


Yakıcı bir güneş… Sarı taş evler; gizemli ve etkileyici… Kimi dar kimi geniş labirent gibi sokaklar… Sokaklarda yanık tenli mutlu çocuklar… Sağlı sollu tarihi kiliseler ve camiler… Bir tarafta ezan sesi diğer tarafta çan… Tılsımlı bir şehir burası. İnsanı meraklandıran ve heyecan uyandıran… Burası Mezopotamya’nın başkenti… Binlerce yıllık tarihin mirasçısı, Mardin…

HER ADIM BİR ZAMAN YOLCULUĞU

Mardin, bir şehirden fazlası. O bir hafıza, bir hikâye anlatıcısı… Bu şehirde her bir adım bir zaman yolculuğuna çıkarıyor insanı. Hikâyesi sokaklarında başlıyor bu şehrin. Mardin’in evleri ve sokakları arasında yürürken, yalnızca gezmiyor aynı zamanda bir hikâyeye ortak oluyorsunuz. Bir kapı tokmağı, bir taş oyması… Hepsi geçmişin bir izini anlatıyor size. Mesela Mardin’in sarı sıcak taş evleri. Dışarıdan sade görünüyorlar ama içeri girildiğinde taş kemerler, süslemeli sütunlar, geniş avlular ve hayat adı verilen ortak yaşam alanlarıyla karşılaşıyorsunuz… Kim bilir bu evler, bu geniş avlu kaç hikâye sığdırmıştır kapısının ardında… Sokakları ayrı macera. Kıvrılıp, daralan ve merdivenlere dönüşen sokaklar. Burada gezerken zaman zaman “abbaralar” karşınıza çıkar. Bunlar, bir evin diğer sokağa uzanan kısmının altından geçen küçük taş geçitler… Mardin’in sokaklarına bir film sahnesi havası katıyor bu yollar. Çocuk sesleri, uzaktan gelen bir ezan ya da kilise çanı, kapı önünde oturup el işi yapan kadınlar… Bu sokaklar sadece taş değil, bir gizem, bir kültür, bir yaşam, bir hikaye anlatıyor size…

ŞEHRİN KALBİ BURADA

Mardin’de sokaklar sadece evlere değil, aynı zamanda camilere, kiliselere ve medreselere açılıyor. Bu yapıların hepsi aynı taşla, hoşgörü diliyle inşa edilmiş. Hiçbiri diğerinin üstüne çıkmıyor, gölgede bırakmıyor. Dar sokaklardan geçerken bir anda karşınıza çıkıveren Ulu Cami ne bağırıyor ne de fısıldıyor. Sadece sizi çağırıyor. Tek minaresi olan bu cami sadece bir ibadethane değil, şehrin kalbi adeta… Mardin’in neresinde olursanız olun, bu minare size “buradayım” der gibi görünüyor. Yüzünü Mezopotamya’ya dönen bu cami tarihi 12. yüzyıla, yani Artuklu Beyliği dönemine kadar uzanıyor. Şehrin en eski camilerinden biri olan bu yapı, aynı zamanda en kıymetlilerinden… Bugün hâlâ ayakta oluşu, sadece taşların değil, inancın da direncini gösteriyor.

FARKLI DİLDEN DUALAR

Mardin’in en büyüleyici yönlerinden biri de farklı inançların ve kültürlerin yüzyıllardır bir arada yaşamasını sağlayan hoşgörü geleneği. Bir yanda ezan sesi yükselirken, diğer yanda Süryani kilisesinden çan sesleri duyulabiliyor. Mardin’de camilerle kiliseler neredeyse yan yana yükseliyor. Mesela Mor Behnam (Kırklar Kilisesi) ve Meryem Ana Kilisesi. Bu iki kutsal mekân, sadece inancın değil, birlikte yaşamanın, sabrın ve yüzyıllara yayılan barış kültürünün sessiz tanıkları. 6. Yüzyıl’da inşa edilen Mor Behram Kilisesi, neredeyse 1.500 yıldır ayakta. Süryani Kadim Ortodoks Cemaati’nin en önemli merkezlerinden biri olan bu kilise aynı zamanda Mardin Metropolitliği’nin de merkezi. Bu yönüyle sadece bir ibadet mekânı değil, aynı zamanda Süryani halkının hafızası. Kilisenin içine girdiğinizde taş duvarlardan yansıyan sessizlik size hemen kendini hissettiriyor. En etkileyici yerlerinden biri ise, çan kulesi. 1000 yıllık bu kule hâlâ her sabah çan sesiyle şehri uyandırıyor. Ezanla çan sesi aynı sokakta yankılanıyor. İşte Mardin bu yüzden benzersiz, inançlar yan yana, gölgeler iç iç içe…

Meryem Ana Kilisesi ise, Mardin’deki bir diğer tarihi Süryani Ortodoks kilisesi. Yapımı 5. Yüzyıl’a, yani 1.600 yıl öncesine dayanıyor. Bu kilise de asırlar boyunca hem ibadethane hem de eğitim merkezi olarak kullanılmış. Loş ışık, taş duvarlara yansıyan kandil alevleri, Süryanice ilahilerin yankılandığı anlar… Zaman burada durmuyor sadece yavaşlıyor.

İLMİN TAŞA KAZINDIĞI DURAKLAR

Mardin sadece hoşgörünün değil aynı zamanda ilmin, irfanın ve inancın da merkezi. Zinciriye, Kasımiye ve Hatuniye Medreseleri, Mardin’in taş hafızasının en sessiz ama en derin sözleri. Mardin Kalesi’nin eteklerine kurulan Zinciriye Medresesi, 1385 yılında Artuklu Sultanı Melik Necmeddin İsa tarafından yaptırılmış. Medrese, hem konumu hem de zarif mimarisiyle insanın içini kıpırdatıyor. Bu yapı, sanki sadece ilmi değil, zamanı da gözlemlemiş yüzyıllar boyunca. Geniş avlusu, iki katlı yapısı, dikkatle işlenmiş taş kemerleri ve göz kamaştıran kubbesiyle sadece bir eğitim merkezi değil bir estetik abidesi gibi… Mardin’in en etkileyici medresesi olan Kasımiye, Artuklular döneminde yapımına başlanan ama Akkoyunlu Sultanı Kasım İbn Cihangir tarafından tamamlanan bir yapı. Kasımıye’nin avlusuna ilk adım attığınız anda sizi karşılayan ilk şey, şadırvan ve akan su sesi… Medresenin ortasından geçen su, doğumu, yaşamı ve ölümü sembolize ediyor. Suyun geldiği yer dar, orta kısmı geniş, sonunda ise bir delikten kaybolup gidiyor; tıpkı hayat gibi… Medresenin duvarlarında mavi çiniler, yıldız motifleri ve gökyüzünü simgeleyen geometriler bulunuyor. İlim burada sadece kitaplarda değil; taşın işçiliğinde, suyun sesinde ve sabrın öğretisinde saklı… Mardin’in az bilinen ama zarif yapılarından biri olan Hatuniye Medresesi ise 1.177 yılında Artuklu Sultanı Necmettin Alpi’nin annesi adına yaptırılmış. Adından da anlaşılacağı gibi, bir anneye duyulan saygının ve sevginin taşla ifadesi bu yapı… Hatuniye, bir mücevher gibi… Gösterişten uzak, ama dikkatle bakıldığında büyüleyici.

GÖKYÜZÜNE YASLANAN TARİH

Mardin’e tepeden bakan, şehri adeta kucaklayan bir yer var ki, orası hem geçmişin şahidi hem de bugünün sessiz bekçisi: Mardin Kalesi. Geçmişi 3.000 yıl öncesine, Sümerlere kadar uzanan bu kale Asurlulardan Perslere, Romalılardan Bizanslılara, Artuklulardan ve Osmanlıya ev sahipliği yapmış. Ve hepsi bu kaleye kendi izlerini bırakmış. Kale yolunda yürürken taşların arasından çıkan otlar, rüzgârda hışırdayan kurumuş dallar ve ayaklarınızın altında gıcırdayan toprak size bir şeyi fısıldıyor: “Bu şehir, sadece yaşanmamış bir zaman değil; hâlâ yaşayan bir hafıza.”

ÇARŞILARINDA HAYAT VAR

Mardin’de sabahları uyandıran şey sadece güneş değil. Dar sokaklardan gelen demir dövme sesleri, bakırın taşla buluşan tınısı, bir kahve ocağından yükselen menengiç kokusu… Bu şehirde çarşı, sadece alışveriş değil bir yaşam biçimi. Öyle ki tarihi çarşılarında hala hayat var bu şehrin. Mardin’in en estetik ve tarihî çarşılarından biri olan Revaklı Çarşı, yalnızca ticaret yapılan bir yer değil aynı zamanda gölgelik bir sohbet alanı, bir dost selamı, hatta belki bir taş duvarın anlattığı eski bir hikâye. Çarşı boyunca uzanan kemerli geçitler, hem yaz sıcağından koruyor hem de zamanı yavaşlatır. Her dükkânın önünde oturmuş bir zanaatkâr, her vitrinde el emeği göz nuru ürünler… Telkâri ustaları, gümüş işleyen kadınlar, yerel kumaşlar satan esnaflar… Her biri ayrı bir emek ayrı bir alın teri… Mardin’de yankılanan çekiç seslerinin merkezi ise Bakırcılar Çarşısı. Asırlardır burada bakır kaplar, cezveler, tencereler, tepsiler yapılıyor. Burada asırlardır bir gelenek, bir kimlik, bir ustalık aktarılıyor nesilden nesle…

TEL TEL İŞLENEN SANAT

Ve tabi ki telkâri… Mardin denildiğinde akla gelen ilk eserlerden biri. Eser diyorum çünkü öyle büyük bir emek saklıyor ki küçücük bir parçasında. İncecik gümüş tellerin ateşle buluştuğu, penseyle büküldüğü, sabırla şekillendiği telkâriler hâlâ tek tek, el emeğiyle üretiliyor. Bu yüzden her bir parçası eşsiz. Yani bir telkâri takı aldığınızda sadece bir aksesuvar değil, aynı zamanda bir usta eli, bir gelenek, bir zaman damgası da almış oluyorsunuz. Mardin telkârisi, sadece gümüşten yapılmış bir süs değil… Zamana karşı direnen sabrın, taş sokaklarda yankılanan bir geleneğin, geçmişi bugünde yaşatma arzusunun sembolü…



Source link

spot_img

benzer haberler

spot_img