ABD’nin NATO üyesi olmayan en yakın müttefiki Katar’a İsrail’in 9 Eylül’de düzenlediği saldırıdan sonra bölge ülkelerinin güvenlik algısı kökten değişti. Körfez monarşilerinin güvenliklerine yapılan doğrudan saldırı bütün paradigmaları sarstı. Monarşiler için beka kaygısının tetiklenmesi en lanetlenen gelişmedir çünkü. Şu sıra çok dillendirmeseler de İsrail’in tehditlerine açık olmanın ve ABD’ye bağımlı kalmanın risklerini aşmanın yollarını arıyorlar.
Haliyle ABD’nin hiç ummadığı bir kararlılık gösteriyorlar. Bu nedenle saldırıdan sonra Arap medyasında ve siyaset dünyasında NATO’ya benzer bir ‘İslami NATO’ savunma ittifakının kurulmasından bahsedenlerin sayısında gözle görülür artış var.
Zaten Arap Birliği (AB) ve İslam İşbirliği Teşkilatı’nın (İİT), Doha saldırısından sonra düzenlediği acil zirvede de Mısırlı yetkililer, Arap ülkeleri için NATO tarzı ortak bir görev gücü oluşturulmasını önerdi. Irak Başbakanı Muhammed Şii el-Sudani de bölgesel güvenliğe dair kolektif bir yaklaşım sergileme çağrısında bulundu.
***
Bahreyn, Kuveyt, Umman, Katar, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nden (BAE) oluşan Körfez İşbirliği Konseyi’nin (KİK) altı üyesi ise ilk kez 2000’de imzalanan ortak savunma anlaşmasında, bir üye ülkeye yapılan saldırının herkese yapılmış sayılacağını belirten bir hükmü devreye sokacaklarını söyledi.
Bir bakıma NATO’nun 5. Madde’sine benzer bir hükmü önerdiler. Bu acil zirveden sonra Körfez ülkelerinin savunma bakanları Doha’da bir toplantı daha yaptı.
Toplantıda istihbarat paylaşımı, hava sahalarının kontrolü, radar sistemleri ve balistik füze uyarıları için yeni bir bölgesel askeri işbirliği mekanizması konusunda anlaştılar.
Ayrıca bölge ülkeleri ortak askeri tatbikatlar için planlarını da açıkladı.
Bu süreçte en dikkat çeken gelişme ise Suudi Arabistan’ın Pakistan ile ‘stratejik savunma anlaşması’ imzalamasıydı. İki ülkenin anlaşma metnindeki, “Bir ülkeye yönelik saldırı ikisine de saldırı olarak kabul edilecektir” ifadesi hem ABD’ye bir gözdağı hem de İsrail’e karşı bir meydan okumaydı.
***
Unutmayalım ki Pakistan, 25 Nisan’da Hindistan ile yaşanan Keşmir krizinden sonra başlayan çatışmalarda rüştünü ispatlayan bir performans sergiledi. Ancak Riyad için Pakistan’ı cazip hale getiren asıl faktör nükleer gücü. Nükleer savaş başlığı taşıyabilen Shaheen-III füzeleri, Hindistan’a karşı Pakistan’ın en büyük caydırıcı kozu.
Pakistan atom bombasına sahip yegâne Müslüman ülke olarak nükleer şemsiyesini Suudi Arabistan’ı da kapsayacak şekilde genişletiyor.
Fakat Körfez ülkeleri Pakistan’ın da içinde yer aldığı ve Türkiye’nin liderlik ettiği bir savunma ittifakı kurmak istiyor. Buna Mısır’ı da eklediğimizde NATO’nun alternatifi olabilecek olan ‘6+3 formatı’ öne çıkıyor.
Yani KİK’e üye 6 Körfez ülkesine ek olarak Türkiye, Mısır ve Pakistan’dan oluşan yeni bir güvenlik mimarisi.
Bazı uzmanların da vurguladığı üzere bu projenin hayata geçmesi için çalışmalar şimdiden başlamış durumda. Bu paradigma değişiminin çoğu hamleleri ise sessiz ve kararlı adımlarla yapılıyor, yapılacak.
Yeni dönemde bu ülkeler arasında daha fazla anlaşmalar, zirveler ve tatbikatlar göreceğiz.
Örneğin Mısır ve Türkiye arasındaki 13 yıl sonra yapılan Dostluk Denizi Tatbikatı bu yeni sürecin en önemli göstergelerinden biri.
Dengeleri değiştiren bu hamlelerin sayısı önümüzdeki dönemde artarak devam edecektir. Bu daha başlangıç.