Terörsüz Türkiye süreci başlayalı neredeyse bir yıl oluyor. Bu süre zarfında kayda değer adımlar atıldı ve toplumun geniş kesimlerinde olumlu bir beklenti oluştu. Ancak buna rağmen bazı kesimlerde kafa karışıklığının devam ettiği görülmektedir. Bu karışıklığın birkaç temel nedeni bulunmaktadır.
Öncelikle Terörsüz Türkiye süreciyle geçmişte yürütülen süreçlerin aynı şeymiş gibi gösterilmesi, yanlış bir algının oluşmasına yol açmaktadır. Oysa bu süreçler arasında belirgin farklılıklar vardır. Önceki tecrübelerden çıkarılan dersler, yeni sürecin yöntemini ve yol haritasını belirlenmesinde önemli bir payı bulunmaktadır. Dolayısıyla Terörsüz Türkiye süreci, daha temkinli ve daha gerçekçi bir çerçeveye oturtulmuştur.
Terörsüz Türkiye sürecinin temelde üç farklı boyutu olduğunu söyleyebiliriz. Bu boyutlardan ilki, Terörsüz Türkiye sürecinde PKK’nın feshi ile toplumsal meselelerin birbirinden ayrıştırılmış olmasıdır. Terörsüz Türkiye Süreci’nde, PKK’nın silah bırakması temel başlangıç noktası olmuştur. Burada PKK’nın silahsızlandırılması ile toplumsal meselelerin çözümü birbirinden ayrıştırılmıştır. Silahların devre dışı bırakılması, güvenlik boyutuyla ele alınmakta; sosyal, siyasal ve kültürel meseleler ise demokratik zeminlerde, toplumun tüm kesimlerini kapsayacak şekilde tartışılmaktadır. Bu da sürecin daha aklıselim, daha gerçekçi ve daha sürdürülebilir bir zeminde ilerlediğini göstermektedir. Bu yüzden Terörsüz Türkiye sürecini, geçmişteki deneyimlerin gölgesinde değil, onlardan alınan derslerin ışığında şekillenen yeni bir yaklaşım olarak değerlendirmek gerekir. Burada amaç terörün sona erdirilmesiyle birlikte toplumsal barışın ve demokratik bütünleşmenin kalıcı biçimde tesis edilmesidir.
Diğer önemli bir husus ise PKK’nın herhangi bir ön koşul ileri sürmeden kendini feshetme kararı almış olmasıdır. Bu kararın arkasında yatan temel neden, devletin örgüte yurt içinde artık neredeyse hiç hareket alanı bırakmamasıdır. Özellikle son yıllarda kullanılan İHA ve SİHA’lar sayesinde devlet, örgütün kırsaldaki faaliyetlerini büyük ölçüde kısıtlamış, lojistik ve operasyonel kabiliyetini ciddi biçimde zayıflatmıştır. Böylece PKK’nın, geçmişte olduğu gibi Türkiye sınırları içinde etkinlik gösterebilme imkânı neredeyse tamamen ortadan kalkmıştır.
Bu tablo, örgütün önünde yalnızca sınırlı seçenekler bırakmıştır. PKK açısından silahlı saldırıları sürdürmek gerçekçi olmaktan çıkmış, kendini feshetme dışında ciddi bir alternatif kalmamıştır. Nitekim Abdullah Öcalan‘ın yaptığı fesih çağrısında da bu gerçekliğe vurgu yapılmış, mevcut koşulların örgütü bu kararı almaya zorladığı açıkça belirtilmiştir. Öcalan, çağrısında cari şartlara atıf yapması bir yanıyla devletin oluşturduğu yeni güvenlik denklemine işaret etmiştir.
Tam da bu nedenle sürecin “Terörsüz Türkiye” olarak adlandırılması son derece anlamlıdır. Burada esas hedef, Türkiye’yi kalıcı şekilde terörden arındırmak ve toplumun geleceğini silahlı tehditlerden uzak bir zeminde şekillendirmektir. Dolayısıyla bu süreci, geçmişteki deneyimlerle karıştırmamak gerekir. Bugün gelinen noktada devletin kararlı tutumu ve teknolojiye dayalı güvenlik stratejisi, PKK’nın sahadaki varlığını sürdürülemez hale getirmiştir. Bu da Terörsüz Türkiye sürecini, daha kesin sonuçlara yönelen, geçmişten farklı ve daha güçlü bir aşama olarak öne çıkarmaktadır.
Üçüncü önemli neden ise dünyada yaşanan konjonktürel değişimdir. Son yıllarda uluslararası sistemdeki dalgalanmalar ve güç dengelerindeki yeniden yapılanma, bölgesel süreçleri doğrudan etkilemektedir. Çin Halk Kurtuluş Ordusu’nun İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesinin 80. yılı nedeniyle düzenlediği büyük askeri geçit töreni, Pekin’in küresel ölçekte askeri ve siyasi bir güç olma iddiasını açıkça ortaya koymaktadır. ABD’de ise Donald Trump döneminde Pentagon’un geleneksel ismi olan Savunma Bakanlığı’nın “Savaş Bakanlığı” olarak değiştirilmesi, Washington’un dış politika anlayışında daha sert bir çizgiye yöneldiğini göstermektedir. Pakistan ile Suudi Arabistan arasında imzalanan savunma paktı, Ortadoğu’daki ittifak dengelerini doğrudan etkileyen bir gelişme olarak öne çıkarken; İsrail’in Gazze’de işlediği soykırımın yanı sıra İran, Yemen, Suriye, Katar ve Tunus’un egemenlik haklarını ihlal ederek gerçekleştirdiği saldırılar, bölgedeki tansiyonu daha da yükseltmektedir. Buna ek olarak Rusya–Ukrayna Savaşı’nın küresel enerji güvenliği, gıda tedariki ve jeopolitik dengeler üzerindeki yansımaları, dünya düzeninin yeni bir sahneye gebe olduğunu göstermektedir. Hem Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın açıklamalarında, hem Abdullah Öcalan’ın yaptığı fesih çağrısında hem de PKK’nın aldığı fesih kararında dünyadaki bu değişim ve dönüşümlere dikkat çekilmesi de tesadüf değildir.
Sonuç olarak, Terörsüz Türkiye sürecini önceki girişimlerden ayıran üç temel fark öne çıkmaktadır. İlk olarak, bu süreçte PKK’nın silahsızlandırılması ile toplumsal meselelerin çözümünü birbirinden ayrıştırılmış ve böylelikle daha gerçekçi bir zemin oluşturmuştur. İkinci olarak, devletin kararlı güvenlik stratejileri ve teknolojik üstünlüğü sayesinde PKK’nın hareket alanı daraltılmış, örgütün ön koşulsuz fesih kararı alması sağlanarak sahadaki varlığı sürdürülemez hale getirilmiştir. Üçüncü olarak ise dünyadaki konjonktürel değişimler, Türkiye’nin terörsüz bir geleceğe yönelmesini sağlayan küresel bir bağlam yaratmıştır. Bu üç unsur birlikte değerlendirildiğinde, Terörsüz Türkiye süreci geçmişten farklı bir güvenlik yaklaşımıyla birlikte kalıcı barışa ve toplumsal bütünleşmeye giden yolda daha sağlam, daha kapsamlı ve daha sürdürülebilir bir adım olarak öne çıkmaktadır.