Bryant Park‘ta oturmuş, New York‘un soğuk ama canlı havasını içine çekiyordum ki yanımdan biri geçti ve elimdeki kitabı gösterdi. “O kitabı ben de okudum, Kusurdaki Bilgelik: Wabi-Sabi” Tam da aslında kitabı bitirmiş üzerine düşünüyordum, o an tanımadığım biriyle göz göze geldik ve o da o kitabı okumuş.
Tesadüf yok bence hayatta her şeyin bir nedeni var. Wabi-Sabi bana bir durup nefes alma, kusurların ve eksikliklerin aslında ne kadar değerli olduğunu hatırlattı. Hedeflerin ve mükemmellik baskısının arasında kaybolmuşken, her eksikliğin bir hikayesi, her kırılganlığın bir güzelliği olduğunu fark ettim. Bir sayfada diyordu ki “Belirsizliğin ortasında mutlu olma cesareti gösterin. Hayatınızı doğanın gizemli ritmini takip ederek esnek ve hiçbir beklentiniz olmadan yaşarsanız her zaman en iyisi ile karşılaşırsınız.” Wabi- Sabi felsefesi, kusurun, eksikliğin ve geçiciliğin aslında hayatın özü olduğunu söylüyor.
Mükemmellik arzusu, bize sadece bir yük yüklüyor; oysa kusurlarımız bize ışığı, anlamı ve derinliği gösteriyor. Mevlana’nın da dediği gibi: “Yara ışığın içeri sızdığı yerdir.” Kusurlarımız, bizi tamamlayan değil, bizi insan yapan işaretler. Benim perspektifimden, kusursuzluk bir hedef değil; bir yanılsama. Asıl değerli olan, var olanı olduğu gibi kabul edebilmek, kusurlarımızla barışmak ve her eksikliğin bize öğretecek bir dersi olduğunu görebilmektir.
Kitabın altını çizdiğim satırlarından, bizler, modern hayatın dayattığı hedefler ve beklentilerle şekillendirilmiş, harika ama çoğu zaman kendimizi eksik hissettiren varlıklarız. Neden hepimiz var olmayan bir mükemmellik peşinde koşuyoruz? O sorunun cevabını uzun süre arayacağız gibi Wabi- Sabi.
GAZZE BİENALİNİ MUTLAKA ZİYARET EDİN!
Gazze Bienalini hâlâ gezmediyseniz çok şey kaybettiğinizi söyleyebilirim. Gazze Bienali-İstanbul Pavyonu, Gazze ve Filistin‘in yanı sıra farklı coğrafyalarda yaşayan 50’den fazla sanatçının eserlerini sunuyor. Küratörlüğünü House of Taswir‘in Gazze Bienali sanatçılarıyla birlikte üstlendiği sergi, 18. Uluslararası İstanbul Bienali sırasında Depo’da ziyarete açık.
2024 yılında Gazzeli sanatçılar, Ramallah Al Risan dağındaki Forbidden Museum of Jabal Al Risan işbirliğiyle, olağanüstü bir sanatsal direniş eylemi olarak Gazze Bienali’ni kuşatma altındaki bir kumsaldan başlattılar. O zamandan beri, dünyanın çeşitli yerlerindeki sanat kurumları, ulusal temsillerin yerine ulus ötesi bir sanatsal yakınlık ve ittifak pratiğini ortaya koyan diasporik dayanışma eylemleriyle, Gazze Bienali Pavyonları’na ev sahipliği yapıyor.
Gazze’yi korkunç bir yıkıma sürükleyen soykırımcı savaş, zorla dayatılan kıtlık, Gazze ve Filistin’i hapseden kapalı sınırlar nedeniyle Gazzeli sanatçıların hemen hiçbiri seyahat edemiyor, eserleri fiziksel olarak nakledilemiyor. Buna yanıt olarak İstanbul Pavyonu, Gazzeli sanatçılar kolektifiyle birlikte ortak yaratım, hayalet yazarlık, tele-söyleşiler ve işbirliğine dayalı enstalasyonlar yoluyla sergi pratiklerini yeniden düşünüyor.
Başlangıcından bu yana yirmiden fazla uluslararası sanatçı, Filistinli sanatçıları desteklemek üzere eserlerini bağışlayarak Gazze Bienali-İstanbul Pavyonu’na katıldı. Alfredo Jaar, Walid Raad, Shirin Neshat, Elisabeth Masé, Silvina Der Meguerditchian, Furkan Akhan, Khaled Tanji, Ghayath Almadhoun, Christine Gedeon, Michael Barenboim sergiye katılan bu sanatçılardan bazıları. Etkinlik, sadece bir sergi olmanın ötesinde, aynı zamanda bir dayanışma platformu işlevi görüyor. Bu etkinlik, Gazze’deki sanatçıların sesini duyurmak ve dünya ile paylaşmak için önemli bir fırsat sunuyor. İstanbul’da sanatseverler için kaçırılmaması gereken bir deneyim.
BRİTİSH MUSEUM TARTIŞMALARINDA TÜRKİYE
British Museum sık sık, eser iadesi talep eden ülkelere şu görüşü tekrarlıyor: “Biz almasaydık, bunlar sizin ülkenizde yok olup gidecekti.” Halbuki eserler, ait oldukları kültür ve coğrafyadan alınmış ve yıllardır kendi halklarından uzak sergileniyor. Türkiye, bu tartışmalarda net bir duruş sergiliyor. Binlerce yıllık tarih ve medeniyet birikiminin somut kanıtları olan eserler, sadece birer müze objesi değil; geçmişimizle bağ kurmamızı sağlayan, kültürel hafızamızın taşları. Bu eserlerin yurda dönmesi, hem tarihsel adalet hem de kültürel bütünlük açısından elzem. Elbette, British Museum’un “koruma” argümanı bazı durumlarda teknik bir gerekçe sunuyor olabilir. Ancak, eserlerin fiziksel olarak korunması, onların asıl ait oldukları coğrafyadan koparılmalarını meşrulaştırmıyor. Türkiye artık beklemenin ötesinde bir adım atıyor. Diplomatik görüşmeler, kültürel diyalog ve uluslararası platformlarda yürütülen girişimler, tek bir amacı gösteriyor: Eserlerimiz geri dönmeli.