Dünya hızlandıkça, biz de otomatik olarak hızlanmak zorunda kaldık. Bildirimler, mesajlar, mailler… Bir dönem için bu ‘ulaşılabilirlik’ hepimizin en sevdiği şeydi. Her an cevap verebilmek, her an online olmak, her an görünür kalmak.
Ama artık durum bambaşka.
Son birkaç aydır insanlarla iletişim kurmakta ciddi anlamda zorlanıyorum. WhatsApp’tan bir mesaj atıyorum, iki gün sonra cevap geliyor, hatta bazen hiç gelmiyor. Birini arıyorum, telefon çalıyor ama kimse açmıyor.
Gerçekten 80’li 90’lı yıllara geri dönmüş gibiyiz. O dönem ev telefonları vardı ya… Açılır mı açılmaz mı, tamamen o anki mood’a bağlıydı. Bugünün versiyonu da bu. İsteyince açıyoruz, istemeyince açmıyoruz. Bu da insana “Bir dakika… ne değişti?” dedirtiyor.
Eskiden ulaşılabilir olmak bir meziyetti.
Hızlı cevap vermek bir kibarlıktı. Şimdi ise ulaşılamaz olmak modern dünyanın en havalı tercihi haline geldi. Business Insider’ın söylediği şey tam olarak buydu:

Offline olmak, yeni statü sembolü. Çünkü herkes bağlantıda, ama kimse gerçekten orada değil. Dünya çok yoruldu. Hepimiz yorulduk. Ve özellikle lüksü seven, kendi konfor alanını şımartmayı bilen, üst düzey profil dediğimiz insanlar artık başka bir şeyi seçiyor: kesintiyi.
Gürültüden, bildirimden, sürekli ulaşılabilir olmaktan kaçışı.
Vogue’un dijital detox otelleri listesi de bu trendin lüks segmentte nasıl bir karşılık bulduğunu gösteriyor: Wi-fi yok.
Sinyal yok. Ne WhatsApp, ne mail. Sadece sen. Ve senin aklından geçenler. Bir odaya giriyorsun, yıllardır ilk defa kendi düşünceni duyuyorsun. Bu artık bir lüks: satın alınabilen bir sessizlik. Benim için de aynı.
Yüzlerce insanla konuşuyorum, binlerce mesaj alıyorum ama en gerçek, en rafine ilhamımı hep offline olduğum anlarda buluyorum. Londra sokaklarında yürürken, bir otelin köşesinde kahvemi içerken, Power Station’da müziği açıp dünyayı kapattığım anlarda… O birkaç dakika, zihnimde açılan en büyük pencere. Yeni lüks, ekranda değil. Yeni lüks, kimseye cevap vermek zorunda olmadığın o huzurlu anda. Yeni lüks, ulaşılabilirlikten kaçma özgürlüğünde. Ve bu özgürlüğe sahip olan herkes, modern dünyanın gerçek anlamda “privileged” profili. Offline olduğun her saniye, bu çağın en değerli hediyesi.
‘İSTANBUL MUTSUZ’ SÖYLEMİ YANLIŞ YERDEN OKUNUYOR
Son yıllarda sosyal medyada aynı söylemi görüyorum:
“İstanbul’da hizmet yetersiz.”
“Metrolar dolu, sokaklar taşmış.”
“Ev kiraları uçmuş, insanlar mutsuz.”
“İş yok, trafik var, huzur yok.” Herkes şikâyet ediyor ama kimse en temel soruyu sormuyor: İstanbul neden bu kadar göç alıyor? Biz bu şehri hep hizmetten, belediyeden, sistemden, ekonomiden vuruyoruz ama büyük resim çok daha açık: İstanbul kapasitesinin çok üzerinde bir nüfusu taşımaya zorlanıyor.

Bugün İstanbul’un nüfusu bir ülke kadar.
Metroların doluluğu, yolların tıkanması, hizmetin aksaması, kiraların uçması… Bunların hiçbiri İstanbul’un hatası değil. Bu, kontrolsüz göçün sonucu.
Ve bu göç artık “şehrin doğal akışı” değil; şehrin omzuna konmuş kocaman bir yük.
İnsanlar mutsuz çünkü şehir nefes alamıyor.
Zaman yönetilemiyor çünkü şehir çok kalabalık. Trafik bitmiyor çünkü kapasite aşıldı. Kiralara yetişilmiyor çünkü talep arzın beş katı. Hizmet aksıyor çünkü İstanbul’a gelen insan sayısı, şehrin sunabileceği hizmetin üzerinde. Bu eleştirilerin çoğu, “hizmet kötü” diye okunuyor ama bence çok daha önemli bir gerçeklik var: İstanbul artık taşıyamadığı bir nüfusun ağırlığı altında eziliyor.
O hâlde temel soru: Bu kadar insan İstanbul’a neden geliyor ve biz bunun önlemini nasıl alabiliriz?
Avrupa’da, Amerika’da, Asya’da birçok şehirde uygulanan bir sistem var: Büyük metropollere giriş, yaşama ve çalışma koşullarına dair standartlar. Çünkü hiçbir şehir, kontrolsüz büyümeyi kaldıramaz. Ben uzun zamandır İstanbul için eyalet sistemi gerektiğini savunuyorum.
İSTANBUL’UN SORUNU KAPASİTE!
Evet, çok radikal bir cümle ama gerçek şu ki: İstanbul’da çalışmayan, üretmeyen, bu şehre bir katkı sunmayan insanın burada yaşaması bu kadar kolay olmamalı.
New York’a da öyle herkes taşınamıyor.
Londra’ya da öyle. Tokyo’ya, Seul’e, Singapur’a da. Çünkü mega şehirlerin bir kırılma eşiği vardır. O eşik aşılırsa şehir kendi ritmini kaybeder. Ve bence İstanbul tam o noktadayız.
Bugün İstanbul’un trafik yoğunluğu, ulaşım yükü, kira dengesizliği, mutsuzluk hali… Bunların hepsinin kaynağı aynı yerde birleşiyor: Aşırı göç. Şehri yeniden nefes alabilir hale getirmenin yolu; gelişigüzel göçü değil, kontrollü nüfusu konuşmaktan geçiyor. Ve bu şehrin artık buna ihtiyacı var. Ben İstanbul’u çok seviyorum. Her dönüşümüne şahidim, her rengini biliyorum. Ama sevdiğim için söylüyorum: İstanbul artık sınırına geldi. Bu şehri korumak için birilerinin “dur” demesi gerekiyor. Çünkü herkesin yaşayabileceği bir şehir değil burası. Bu şehir, bir standardı hak ediyor.

BODRUM NEDEN DÜNYANIN RADARINDA?
Yaz aylarına daha var gibi görünse de… hepimiz biliyoruz, bu sayılı günler bir bakmışız ki hızla akıp gidiyor. Ve ben şimdiden şunu söylemek istiyorum: Bu yaz Bodrum’u çok konuşacağız. Hem dünyada hem Türkiye’de…
Son günlerde sosyal medyada hep aynı eleştirileri görüyorum:
“Bodrum çok kalabalık.”
“Restoranlar pahalı.”
“Otel sayısı çok arttı.”
“Her yer kontrolsüz büyüyor.” Evet, bazıları doğru… Ama eksik. Çünkü resmin diğer yarısına bakmadığımız için büyük gerçeği kaçırıyoruz.
Skyscanner’ın açıklamasına göre Bodrum, 2026 yılında ABD’liler için dünyanın en trend beş- destinasyonundan biri. Costa Rica, Jaipur, Madeira, Vail gibi dünya devleriyle aynı listede… Ve bu listedeki tek Türk destinasyon.
Bu ne demek biliyor musunuz? Bodrum artık global bir marka. Bir yazlık değil: bir yaşam biçimi, bir Akdeniz gücü.
Bugün dünyanın neresine giderseniz gidin, “İstanbul” dediğinizde gözler büyüyor, bir saygı duruşu oluşuyor.
“Bodrum” dediğinizde ise tek bir cümle geliyor: “Bu yaz mutlaka gitmeliyim.” Dünyanın en lüks otelleri burada. En global markalar yatırımlarını buraya taşıyor. Dünyanın jet-set’i, ünlü şefleri, otel devleri… Hepsi Bodrum’u artık bir center of modern luxury olarak kodluyor. Ama işte tam bu noktada mesele başlıyor.
SORUN BODRUM’UN ‘BAŞARISIZ’ OLMASI DEĞİL
Sorun Bodrum’un aşırı başarılı olması. Ve bu başarı kontrolsüz büyümeyi tetikliyor. Her semtte art arda açılan oteller… Her sezon eklenen onlarca restoran… Her köşede yükselen yeni beach club’lar… Bodrum’un sorunu yeterince talep almaması değil; talebin arzı sollaması.
BODRUM’A YATIRIM YAPILACAKSA….
Gelen turist profiline uygun otel açılmalı, kapasite planlanmalı
Restoran sayısı arz-talep dengesiyle belirlenmeli
Herkes aynı segmentte değil, farklı kategorilerde hizmet vermeli.
Çünkü bugünün Bodrum’u dünya sahnesine çıkmış bir destinasyon. Ve global talep yönetilmezse, kaosa dönüşür.
BİRAZ DA İĞNEYİ KENDİMİZE BATIRALIM
Biz bazen o kadar çok eleştiriyoruz ki kendi değerimizi unutur hale geliyoruz. Bugün Bodrum ve İstanbul,
Avrupa’nın birçok şehrinin önünde
Amerika’daki birçok tatil merkezinin bile radarından daha parlak
Skyscanner, Forbes, Conde Nast gibi dünya devlerinin listelerinde Yani dünya bizi konuşurken, biz hâlâ “Bodrum çok kalabalık” deyip meseleyi yüzeyden okuyoruz. Aslında bu kalabalık bir sorun değil; global bir başarının doğal sonucu. Çözüm ise basit: Doğru planlama. Kontrollü büyüme. Doğru segmentasyon. Ve Bodrum’un kendi kimliğine uygun bir yol haritası. Bodrum bugün dünyanın gündeminde. İyi ki de öyle. Yeter ki biz bu yükselişi doğru yönetelim.


















