Mauritius, dört mevsimi bir günde yaşatan bir ada gibi… Sabahın serinliğiyle uyanırken kuşların cıvıltısı eşlik ediyor, öğleye doğru güneş teninizi ısıtırken bir anda gökyüzü kararıp hafif bir fırtına sizi selamlıyor. Chamarel’in Yedi Renkli Toprakları, adanın doğa mucizesi olarak karşılıyor ziyaretçisini; her adımda toprağın tonlarıyla gözleriniz büyüleniyor. Adanın kıyılarında deniz bir an öfkeliyken, beş dakika sonra dingin bir cennet gibi parlıyor. Mauritius, zamanın akışını unutturan, doğanın hem nazik hem de güç dolu yüzünü gösteren bir masal diyarı.
BÜYÜK AŞKLAR GİBİ
Benim için bu ada, yalnızca bembeyaz kumsallar ya da turkuvaz deniz demek değil. Ada, insanın ruhuna dokunan bir hava taşıyor. Hava kimi zaman sakin, kimi zaman fırtınalı; tam da büyük aşklara benzer bir ruh hali. Fransız yazar Bernardin de Saint-Pierre’in “Paul et Virginie” romanındaki aşk hikayesi bu adada geçiyor. O yüzden ada yalnızca bir turistik rota değil, aynı zamanda romantizmin edebi bir sembolü. Mark Twain’in “Tanrı önce Mauritius’u yarattı, sonra cenneti onun kopyası olarak tasarladı” sözü boşuna değil. Üstelik Türk vatandaşları için vize yok, ada son derece güvenli ve Türkiye’den haftada beş direkt sefer düzenleniyor. Mauritius’u keşfederken zamanın akışını unuttuğumu söylemeliyim. Havanın değişkenliği insanı sürekli şaşırtıyor bir anda bastıran fırtınanın ardından beş dakika içinde denizin cam gibi parlaması, adanın büyüsünün bir parçası. Gün içinde mutlaka böyle bir geçişe yakalanıyorsunuz, sanki ada size her şey geçici diye fısıldıyor. İşte bu anlar, tatili sadece bir seyahat değil, adeta bir ruh deneyimi haline getiriyor. Hazırsanız en etkileyici doğa harikalarından Mauritius’u keşfetmeye başlayalım.

Black River Gorges National Park
Mauritius’un kalbinde uzanan bu milli park, adanın en büyük doğa hazinesi. Tropikal ormanlarda yürüyüş yapabilir, endemik kuş türlerini görebilir, şelalelerin sesinde kaybolabilirsiniz. Benim için burası adanın nefes alma noktasıydı.

Casela Nature Parks
Mauritius’ta safari deyince ilk akla gelen yer. Burada Afrika’nın vahşi doğasını deneyimlemek mümkün. Zürafaları besleyebilir, deve kuşlarını görebilir, dört çeker araçlarla safari yapabilirsiniz. Ama en unutulmazı: aslan yürüyüşü. Rehberler eşliğinde aslanlarla birlikte yürüyorsunuz. İlk başta kalbiniz hızlanıyor ama sonra o anın büyüsüne kapılıyorsunuz. Doğayla bu kadar yakın temas gerçekten tarif edilemez bir deneyim.

Ne yenir?
Mauritius mutfağı, ada kadar renkli. Afrika, Hint ve Fransız kültürlerinin birleşiminden doğmuş. Okyanus manzarası eşliğinde yemek yemek ise başlı başına bir deneyim. Seafood curry: Deniz mahsulleriyle yapılan baharatlı köri, Hint etkisini hemen hissettiriyor. Dholl puri: Sokak lezzetleri arasında en popüler olanı. İnce gözleme içine nohut ezmesi ve soslar eklenerek hazırlanıyor. Bol renverse: Çin etkisinin ürünü olan bu yemek, pirinç üzerine sebze, tavuk ve sos eklenerek hazırlanıyor. Gateau patate: Ttatlı patatesli hamur tatlısı olan bu gıda mutlaka denenmeli. Benim için Mauritius’ta yemek yemek, sadece karnımı doyurmak değil; kültürleri aynı tabakta tatmak gibiydi.
Chamarel 7 Coloured Earth
Adanın en büyüleyici noktası. Yedi farklı renge ayrılan bu topraklar doğanın nasıl bir sanatçı olduğunu hatırlatıyor. Yan yana duran renkler birbirine karışmadan, adeta bir tablo gibi duruyor. Fotoğraf makinenizi sakın unutmayın; burası yalnızca görmek değil, hissetmek için gidilen bir yer. Ben gittiğimde tam da bahsettiğim fırtınalı havaya denk geldim şemsiyemle gezdim ama toprağın renklerinin yağmurla beraber daha da görkemli olduğunu gördüm. Görür görmez hayranlık uyandıran bir yer arıyorsanız gezinizi bu eşsiz renkli topraklardan başlamanızı öneririm.
La Vanille Nature Park
Adanın güneyinde yer alan bu park, dev kaplumbağalarıyla ünlü. 150 yaşına yaklaşmış kaplumbağaları görmek, onlara dokunmak bence Mauritius’un en huzurlu anlarından birini yaşatıyor. Ayrıca timsah çiftliği ve kelebek koleksiyonu da var.


















